1970 Sonrası: Roman ve Hikayede Modern ve Postmodern Eğilimler
1970 sonrasında Türk romanında özellikle Oğuz Atay’ın (1934-1977) Tutunamayanlar (1971-1972) romanıyla birlikte kendini gösteren ve 1980’li yıllarda güçlenen yeni bir eğilim ortaya çıkar. Bu eğilimin iki önemli özelliğinden birisi romanın kendisini de bir roman konusu olarak ele alması, ikincisi de bireyin karmaşık iç dünyasına yönelerek bu dünyayı önceki romanlardan çok farklı anlatım teknikleriyle vermesidir. Tutunamayanlar romanı, bu özelliklere uygun olarak iç içe geçmiş veya üst üste binmiş üç hikâyeden oluşur. İnsanları ezen, yozlaştıran toplumsal düzen ve toplumun sahte değerleriyle uyuşamayarak sanata sığınan Selim Işık’ın intiharla sonuçlanan hayatı ilk hikâyeyi, Selim’in hayatını ve intiharını araştıran ve onun etkisiyle bir kişilik değişimine uğrayarak hayatı değişen Turgut Özben’in ruhsal dünyası ikinci hikâyeyi, bütün bu olayların yazılması ve kitap haline gelmesiyle ilgili gelişmeler de üçüncü hikâyeyi oluşturur. Böylece bu roman hem bir romanın doğuşu ve yazılışının hikâyesini hem de birbirine benzeyen iki kahramanın hikâyesini karmaşık bir anlatım yöntemiyle verir. Oğuz Atay bu yolla klâsik gerçekçi roman anlayışının anlatım tekniklerini yıkarak bu vesileyle hem geleneksel roman anlayışıyla hem de toplumun insanı ezen düzeni ve sahte değerleriyle alay eder. Bu, batıda gelişen modernist ve postmodernist roman anlayışlarının Türk romanına uygulanmasıdır. Açıkçası Tutunamayanlar’da James Joyce, Franz Kafka, William Faulkner gibi modernist romancıların ve Vladimir Nabokov ve A. Robbe Grillet gibi postmodern yazarların kullandığı anlatım teknikleri karmaşık bir şekilde kullanılmıştır.
Atay’ın Tehlikeli Oyunlar (1973) romanı ve Korkuyu Beklerken (1975) adlı hikâye kitabında da uyguladığı bu teknikler, eserlerin yayımlandığı yıllarda lâyıkıyla değerlendirilememiş olmakla birlikte, özellikle 1980’den sonra büyük bir ilgi uyandırmış ve yazarı Tanpınar gibi gitgide artan bir ilginin odağı haline getirmiştir. Yusuf Atılgan’ın bir yalnızlığın bunalımlarını anlatan Anayurt Oteli de hemen hemen aynı tarihlerde (1973) ve benzer tekniklerle yazılmış diğer bir ilgi çekici romandır.
1980’den sonra eser veren birçok hikâye ve roman yazarı eserlerinde bu yeni teknikleri kullanmıştır. Bu yazarlar arasında özellikle Bir Düğün Gecesi (1973) romanıyla Adalet Ağaoğlu’nu (d. 1929), fantastik bir özellik taşıyan Kılavuz (1990) romanıyla Bilge Karasu’yu (1930-1995); daha sonraki kuşaklardan da dedektif romanının bir çeşit parodisi olan Bir Cinayet Romanı (1989) adlı eseriyle Pınar Kür’ü (d. 1945), Arzu Sapağında İnecek Var (1989) adlı fantastik romanıyla Nazlı Eray’ı (d. 1945) ve yeni bir biçim peşindeki Sevgili Arsız Ölüm (1983) romanıyla Latife Tekin’i (d. 1957) sayabiliriz.
Çağdaş yazarlardan Orhan Pamuk (d. 1952) ise benzer özellikleri taşıyan romanlarıyla günümüzde çok sözü edilen ve medya aracılığıyla geniş bir kitle karşısında tartışılan bir romancıdır. Onun özellikle Kara Kitap (1990) romanı birçok bakımdan Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını andırır. Klâsik gerçekçilik anlayışından uzaklık, anlatım yöntemleri, hikâye anlatıcılarının çeşitliliği, değişik üslûp ve söyleyiş özelliklerine sahip metinlerin varlığı iki romanın yapısal benzerlikleri arasındadır. Her iki romanda da bir arayış içinde olan kahramanlar, kişiliklerini bulduklarında kendi hikâyelerini yazmaya başlarlar. Bir roman veya hikâye yazmayı da konu edinmiş olan bu eserlerin farklı tarafı, Oğuz Atay’ın kahramanlarının Hamlet ve Don Kişot gibi batı edebiyatlarının büyük eserlerini, Orhan Pamuk’un kahramanlarının ise Bin Bir Gece Hikâyeleri, Mesnevi ve Hüsn ü Aşk gibi doğu edebiyatlarının büyük eserlerini kendilerine örnek almış olmalarıdır. Orhan Pamuk daha sonra yazdığı Yeni Hayat (1994), Benim Adım Kırmızı (1998) ve Kar (2002) romanlarıyla da büyük yankılar uyandırmış ve batı dillerine çevrilen eserleriyle dünya çapında ün kazanmış bir romancımızdır.
Modern ve postmodern eğilimlerin roman ve hikâyeye hakim olduğu bu dönemde daha önceki dönemde yaygınlaşan toplumcu gerçekçi roman hareketine sokulabilecek eserler de elbette yazılmıştır. Özellikle 1971’de askerlerin hükûmete verdiği 12 Mart Muhtırası ve sonrasında gelişen olaylar birçok romana konu olmuş ve yazarlar, toplumcu gerçekçi bir bakışla halkı sömüren kapitalist burjuva düzenine karşı devrimci gençlerin isyanını anlatan romanlar yazmışlardır. Daha önceki romanlardan farklı olarak burada köylünün yerini halk, toprak ağasının yerini kapitalist burjuva sınıfı, dağa çıkan köylünün yerini de devrimci gençler alırlar.
Erdal Öz’ün Yaralısın (1974), Fürüzan’ın 47’liler (1974), Sevgi Soysal’ın Şafak (1975) ve Samim Kocagöz’ün Tartışma (1976) romanları bu konuda yazılmış romanların örnekleri arasındadır.
1980’li yıllarda toplumcu gerçekçi roman çizgisini terk ederek bireye ve yeni anlatım yöntemlerine yönelen Türk roman ve hikâyesi, elbette ki bu saydığımız isim ve eserlerden ibaret değildir. Ününü önceki yıllarda yapmış birçok yazarın bu dönemde de eserler vermesinin yanı sıra 1940’lı, 50’li ve 60’lı yıllarda doğan birçok roman ve hikâye yazarı dikkate değer eserler vermiş ve vermeye de devam etmektedirler. Bu isimler arasında Tomris Uyar (d. 1941), Sevinç Çokum (d. 1943) Alev Alatlı (d. 1944), Mustafa Kutlu (d. 1947), Mehmet Eroğlu (d. 1948), Selim İleri (d. 1949), Ahmet Altan (d.1950), Nedim Gürsel (d.1951) ve İhsan Oktay Anar (d.1960) gibi yazarlar ön plana çıkmış görünmektedirler..
Comments