top of page

Divan Şairi Nesîmî

Azerî bölgesinde yetişmiş, henüz Anadolu Türkçesinden ayrılmamış Azerî Türkçesiyle yazan şairlerdendir. Asıl adı bilinmemektedir. Seyyid İmameddin olan unvanı ve Nesimî mahlâsı ile anılmaktadır. Hayatının ilk yılları ve nasıl bir öğrenim gördüğü bilinmemekte, bu konuda bilgi veren kaynaklar da birbirini tutmamaktadır. Nesim adlı bir kasabada doğduğundan bu adla anıldığı ileri sürülür. Tebrizli, Şirazlı, Diyarbakırlı olduğu da rivayet edilir. Ölüm tarihi, bazı kaynaklarda 1418 olarak verilmektedir.

Nesimî, Hurufî mezhebinin kurucusu Fazlullah-ı Hurufî’nin halifesidir. Şiirlerinde düşüncelerini, tarikat inançlarını açık ve kesin bir dille anlatır. Bir söylentiye göre, II. Murad zamanında Anadolu’ya gelerek Hacı Bayram-ı Velî ile görüştü. Sonra Halep’e döndü. Görüşlerinin İslâm şeriatıyla bağdaşmadığını, bir bakıma İslâm dininin kurallarına aykırı düşünceler ileri sürdüğünü söyleyenler onu dinsizlikle, Kur’an hükümlerine ve şeriat ilkelerine karşı çıkmakla suçladılar. Bazı kaynaklara göre, Çerkez Memlûklarından Berkukoğlu Nasirüddin Ferec zamanında derisi yüzülerek öldürülmüştür.

Hurufîliğin bütün görüşlerini şiirlerinde yansıtan Nesimî’ye göre insanın özü, ruh değil maddedir. Ruh, maddenin bir niteliği, anlamı durumundadır. İnsan varlığının özünü kuran sestir. Ses, insanda söz olarak gerçekleşir. Söz ise harflerden kuruludur. İnsan, Tanrı’dır. İnsanın dışında bir Tanrı yoktur. Bu yüzden, kendini bilen, varlığının özünü kavrayan her insanın derin coşkunluk içinde “Ben Tanrı’yım” anlamına gelen “enelhak” demesi gerekir. Kuran’ın bütün harfleri insanda görünür. İnsan, konuşan bir Kur’an’dır; tasavvuf diliyle Kur’an-ı Nâtık’tır. Bir Tanrı olan insan, sürekli bir anlam gelişimi içindedir. Kendini bilen ve varlığının derinliğinde saklı sırları, olgunlukları kavrayan bir insan için en yüce ibadet, kendine tapmaktır; özünün sonsuzluğundaki anlama saygı göstermektir.

Nesimî’nin Türkçe ve Farsça şiirleri vardır. Azerî lehçesiyle yazdığı şiirlerinde dünya görüşünü yansıtmış, yalın dili, anlatım özellikleri ve getirdiği tekniklerle kendisinden sonra gelen şairlere örnek olmuştur. Tasavvufa bağlı en yoğun düşünceleri, coşkun bir lirizm içinde vermesi, Azerî lehçesinin sınırlarını aşarak, geniş etkinlik kazanmasına yol açar. Düşüncelerinden ödün vermeyen inanç adamı kişiliği, halk arasında destan kahramanları gibi yaşatılmıştır.

Hurufî inançlarını yansıtan ve vahdet-i vücud düşüncesine bağlı şiirleri nedeniyle Bektaşî ve Alevî şairlerince benimsenmiş, bu nedenle “yedi ulu” dedikleri Fuzulî, Hatayî, Pir Sultan, Viranî, Yeminî ve Kul Himmet arasına katılarak anılır olmuştur. Başta Fuzulî olmak üzere tasavvufî konuları işleyen birçok Türk ve İran şairini de etkileyen Nesimî’nin Türkçe ve Farsça iki Dîvân’ı vardır. Bunlardan Türkçe olanı, 1844, 1869 ve 1881 yıllarında basılmış olup Fuzulî’ninkinden sonra, yurdumuzda en çok basımı yapılan Dîvân’dır. 1976’da bazı Farsça şiirlerinin yer aldığı Türkçe Dîvân’ının yeni harflerle basımı yapılmıştır. Ayrıca, Nesimî’ye ait olduğu ileri sürülen Mukaddimetü’l-Hakayik adlı, Hurufîliğe dair bir eserinden söz edilmektedir. Bütün şiirleri 3 cilt hâlinde Bakû’de (1973), Kemal Edip Kürkçüoğlu ise şairin 145 şiirini 1973 yılında; Hüseyin Ayan da 1990’da Dîvân’ının tümünü yayımlamıştır.


GAZEL

Şol şemi gör ki nârına pervâneyem yine

Baş oynamakda gör nice merdâneyem yine

Ateşine pervaneyim yine şu muma bak ve gör.

Mertce nasıl kendimi feda ediyorum gör.

Sâkî lebinden esrümişem şol kadehden uş

Mestâne gözlerün gibi mestâneyem yine

Sakinin dudağından sarhoş olmuşum, işte o kadehten,

Baygın bakışlı gözlerin gibi baygınım yine.

'Kalü bela'da kûy-i harâbât idi yirüm

Şol ma'niden mücâvir-i meyhâneyem yine

“Kalu bela”da yerim meyhane köşesi idi,

Bu nedenle meyhaneye komşuyum yine.

Bezm-i ezelde hem-nefesüm gerçi câm idi

Şükr iderüm ki hem-dem-i peymâneyem yine

Gerçi, ezel meclisinde arkadaşım kadeh idi,

Şükürler olsun ki, şarap bardağının dostuyum yine.

İy bilmeyen bu cân-ı azîzün hakîkatin

Cânı bilene sor ki ne cânâneyem yine

Bu sevgili canın gerçeğini bilmeyene,

Nasıl bir sevgiliyim, canı bilene sor yine.

Işkunda iy cemâl ile efsâne fi'l-mesel

Halkun dilinde gör ki ne efsâneyem yine

Efsane olmuş ey güzel, senin aşkından,

Halkın dilinde gör ki ne efsaneyim yine.

Endîşenün imâretini kılmışam harâb

Şol genc-i bî-nihâyete vîrâneyem yine

Düşüncenin sağlam yapısını harap etmişim.

O bitmeyen definede viraneyim yine.

Yâ Rab ne sihr ider şu perî-şekl ü şîve kim

Zencîr-i ca'd-ı zülfine dîvâneyem yine

Ey Tanrım, şu peri benzeri işveli güzel nasıl bir büyü yaptı?

Kıvırcık zülfünün zincirine vurulmuşum yine.

İy gevherün bahâsını mikdârını bilen

Asdâf içinde gör ki ne dür-dâneyem yine

Ey cevherin pahasını ve değerini bilen,

Sedefler içinde, gör ki, nasıl bir inci tanesiyim yine.

Yüzünde iy sanem göreli zülf ü hâlüni

Dâm-ı belâda dâne gibi dâneyem yine

Ey güzel, yüzünün zülüflü halini göreli,

Bela tuzağına duşmuş bir yem tanesi gibiyim yine.

Keşf eyledi Nesîmî dehânun rumûzunı

Miftah-ı gayba gör ki ne dendâneyem yine

Nesimi, ağzının rumuzunu keşfetti,

Bilinmeyen alemin kayıp anahtarına, nasıl bir diş olduğumu gör yine.



TUYUĞ

Dalmışam şol bahre kim pâyânı yoh

Batmışam şol gence kim husrânı yoh

Bulmuşam şol bedri kim noksânı yoh

Girmişem şol şehre kim vîrânı yoh

Ucu bucağı olmayan bir denize dalmışım.

Ziyana uğramayacak bir hazineye dalmışım.

Eksiği olmayan bir ay (ay yüzlü sevgili) bulmuşum.

Yıkılmayacak bir şehre girmişim.


GAZEL

Subh-dem dildârumi gördüm otağından gelür

Eyle sandum hûrdur firdevs bağından gelür

Sabahleyin sevgilimi gördüm otağından gelir.

Öyle sandım ki huridir cennet bağından gelir.

Yâ meger nûr-i tecellidür iyan oldı yakin

Ay ile gün tal’atı gül-gun yanağından gelür

Yok, görünüş alanına çıkan bir nurdur; belirdi açıkça.

Ay ile güneşin parlaklığı, gül renkli yanağından gelir.

Çeşme-i hayvân hacildür lebleründen dâyimâ

Âb-ı kevser şerbeti şirin dudağından gelür

Dirilik suyunun çeşmesi dudaklarından utanır boyuna.

Cennetin şerbeti tatlı dudağından gelir.

Zülfinin çinile çün kimdem urur müşk-i Hıta

Ru-siyeh bilmez hata her dem dimağından gelür

Zülfünün kıvrımıyla Çin miski boy ölçüşmeye kalkar.

O kara yüzlü bilmez ki yanlışlık kendi özünden gelir.

Şaha kadd-ü kametün her serv görse der-çemen

Egilür secde ider ditrer budağından gelür

Ey sevgili, çemende boyunu posunu gören her servi,

Eğilir secde eder sana, titrer, budağından olur.

Dilberâ sen hüsnüne men’eyleme men âşıkı

Hande kim bir gül biter bülbül karağından gelür

Ey güzel, güzelliğine kapılmamı yasaklama bana,

Nerde bir gül bitse, bülbül oraya ılgara gelir.

Ey Nesimî ruh-perver geldi yârinden nesim

İsa’nın enfâsidür yârin dudağından gelür

Ey Nesimi, sabah yeli cana can katarak geldi sevgiliden.

İsa’nın soluğudur, sevgilinin dudağından gelir.


GAZEL

Sensüz ne yisem gussa vü gam derd ile kandur

Gel gel dudağun şerbetine cânumı kandur

Sensiz ne yesem tasa ve gam, dert ile kandır;

Gel, gel dudağının şerbetine canımı kandır.

Vaslundan ırağ eyleyeli cânumı takdîr

İşüm dün ü gün âh ile feryâd u figandur

Kavuşma özleminden uzaklaştırdığından beri canımı ilahi takdir,

İşim, gece ve gündüz ah ile ağlamak ve inlemektir.

İy serv-i revan başuma lutf eyle kadem bas

Gör kim nice aynumda iki çeşme revandur

Ey servi boylu sevgili, lütfedip başıma ayak bas,

Gör ki iki çeşme gözümden nasıl akmaktadır.

Vaslun dilerem cân u cihân olmasa gam yoh

Âşıklaruna vasl-ı ruhun cân u cihandur

Kavuşmayı dilerim sana, can da cihan da olmasa gam yok;

Yanağına kavuşmak, aşıklarına hem can hem de cihandır.

Bürka’ götür iy şems ü kamer çihrelü halkı

Pervâne kimi şem’-i ruhun nârına yandur

Peçeni kaldır ey güneş ve ay yüzlü, halkı,

yanağının mumunun ateşine pervane gibi yak.

İy hırka giyen yol urucı zâhid-i zerrâk

Şirkünden arın hırkanı gel vahdete bandur

Ey hırka giyip yol kesen ikiyüzlü sofu,

İkilikten arın, hırkanı gel birliğe daldır.

Zülfünle ruhun her nice kim Mushaf’a bahdum

Gördüm ikinün sûreleri Nûr u Duhan’dur

Saçın ile yanağın için ne zaman Kur’an’a baktımsa,

Gördüm ki bu ikisinin sureleri Nur ve Duhan’dır.

Tahkîka iren tâifeye hergiz ulaşmaz

Teşkikle kalanun işi taklîd ü gümandur

Gerçeğe varan kişilere asla ulaşamaz;

Şüphe (içinde) kalanın işi, taklit ve zandır.

Yalancı münâfıkdur anun yohdur imânı

İy gâfil uyan gönlüni gafletden uyandur

Yalancı ve münafık olanın imanı yoktur;

Ey gafil uyan, gönlünü gafletten uyandır.

İy âşıka kâfir diyen îmâna gel utan

Kâfir dime âşıklara neyçün ki yalandur

Ey aşıka kafir diyen, imana gel utan;

Kafir deme aşıklara, çünkü yalandır.

Işkunda Nesîmî olalı halka melâmet

Meşhûr-ı cihân oldı vü âlemde ıyandur

Nesimi, aşkın yüzünden halk tarafından kınandığından beri,

Dünyaca ünlü olduğu herkesçe açıkça bilinmektedir.

Comentarios


bottom of page