top of page

Köroğlu Destanı

Geredeli Celâlî Köroğlu Ali Ruşen’in şahsiyeti etrafında meydana gelen bu destan, Dede Korkut Destanları gibi, Oğuz Türklerinin, başka bir deyişle Batı Türklerinin üç ayrı ülkede yaşayan torunlarının müşterek millî destanları özelliğini kazanmıştır.


Köroğlu Destanı daha 17. yüzyılda İran Türkleri arasında yayıldı ve onlar tarafından da ilgi ile karşılandı. O derecede ki, onların da millî destanları haline geldi. Destanın ortaya çıkışı hakkında çeşitli araştırmacıların değişik görüşleri vardır. Fuad Köprülü ve Zeki Velidî Togan, Göktürkler zamanında Oğuzlarla Sasanîler arasındaki savaşların, Ziya Gökalp ise Gazneli Mahmud ile onun nedimi Ayvaz’ın başından geçen olayların Köroğlu rivâyetlerinin kaynağı olduğunu kabul ederler. Bazı yerli belgelerde Köroğlu’nun Celâlî Ayaklanmaları’na katılanlar arasında bulunduğu belirtilmiştir. Onun İranlı ya da Ermeni olduğunu ileri süren yabancı araştırmacılar da olmuştur. Prof. Dr. Faruk Sümer’in Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde bulduğu 1580-85 arasında yazılmış belgelerde, Köroğlu’nun adının Ruşen olduğundan, Gerede ve çevresinde devlete karşı ayaklandığından söz edilmektedir. Faruk Sümer, onun daha sonra Sivas-Tokat yolu üzerindeki Çamlıbel’e yerleşerek gelip geçen kervanlardan “bac” (haraç, vergi) aldığı görüşündedir.


Köroğlu Destanı’ndaki bazı motifleri dikkate alırsak, hikâyenin aslında çok eskilere dayandığı, daha sonra uğradığı değişiklik ve eklemelerle gelişerek, 16. yüzyılda gerçekten yaşamış Ruşen adındaki Celâlî’nin şahsında bir kahraman durumuna geldiği, kahramanın ölümünden sonraki 17. yüzyılda da tam bir destan olarak halk arasında dolaşmaya başladığı anlaşılmaktadır.


Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar yayılmış olan bu destanın konusu kısaca şöyledir:


“Bolu Beyi, seyisi Yusuf’u kendisine cins atlar bulup getirmekle görevlendirir. Ama onun cins at olarak getirdiği, henüz gelişmemiş cılız bir kısrağı görünce öfkelenerek seyisin gözlerine mil çektirir. Yusuf’un oğlu Ruşen Ali bu olayın ardından yörede Köroğlu namıyla anılmaya başlar. Babasının gözlerinin açılmasını sağlayacağı ileri sürülen üç köpüğü almak için Aras Irmağı’na gider. Ama köpükleri kendisi içer. Böylece yiğitlik ve şairlik gücü kazanır. Bu arada babasının da yardımlarıyla, cılız hayvanı bakıp besleyerek yağız bir at haline getirmiştir. Babası gözleri açılmadan ölünce Köroğlu onun öcünü almaya ant içer. Çamlıbel’e yerleşir ve Bolu Bey’ine karşı savaşa girişir. Deli Hoylu, Demircioğlu, Kiziroğlu Mustafa, Koca Bey, Köse Kenan, Reyhan Arap gibi ünlü yiğitleri kendine bağlar. “Kır At” diye andığı atı ve yiğitleriyle birlikte girdiği bütün mücadeleleri kazanır. Ezilen halkın gözünde bir kahraman durumuna yükselir.”


Köroğlu Hikâyesi, Anadolu dışında Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Balkanlar’da da bilinir.


Osmanlı Devleti, 16. yüzyılın sonlarında eski sosyal düzeninin yıkılmasına engel olamamış, devlet kudretini kaybetmiş ve Türk halkı zayıf ve yoksul düşmüştür. İşte Köroğlu bu mustarip cemiyetin destanıdır. Celâlî Köroğlu’nun şahsında halk Osmanlı’ya başkaldırışını dile getirmiştir. Köroğlu, halkın gözünde, devletin sağlayamadığı sosyal adaleti sağlayan, zenginden bileğinin hakkıyla aldığını fakirleşen halka dağıtan bir kahramandı. Kahramandan da öte, devletin görevini üstlenmiş bir güç timsaliydi.

Comments


bottom of page