Oğuz Kağan Destanı
Bu destanın esası, Türklerin hakimiyet ve saltanatını konu alır. Oğuz Han’ın bütün Türk kavimlerini bir ara- ya toplayarak, Türk tarihinin en büyük devletlerinden birinin kuruluşunu, Türklerin cihan hakimiyeti duygusunu ve başka milletleri idare etmek için yaratıldığı düşüncesini dile getirir. Bugün elimizdeki parça, hiç şüphesiz çok daha geniş ve zengin bir destandan yapılmış özetten ibarettir. Oğuz Kağan Destanı’nın M.Ö. 2. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Yazıya geçirilişi ise ancak M.S. 14. yüzyılda olmuştur. Bu aradaki zaman içinde destan, asırlarca Türk halkı arasında devam ede gelmiş ve muhakkak ki bir takım değişikliklere de uğramıştır. Türkler İslamiyet'i kabul ettikten sonra bu destana bazı İslâmî özellikler de girmiştir.
Oğuz Kağan Destanı, Türklerin asıl büyük destanıdır. Biliyoruz ki, destan farklı, efsane farklı şeylerdir. Destandaki tarihî çekirdek efsanede yoktur ya da net değildir. Oğuz Kağan Destanı’nda dikkate değer en başlıca unsur, bildiğimiz Türk efsânelerinde görülen üç temel unsurun; bozkurt, geyik ve ışık’ın bir arada olmasıdır.
Oğuz Kağan Destanı 600 yıllık bir gecikmeyle yazıya geçirilmiştir. Dolayısıyla bizim elimizde 600 yıl evveline ait kayıtlar bulunmaktadır. Oğuz Kağan Destanı’nın iki varyantı vardır. Biri Uygur Lehçesiyle, diğeri de Farsça yazılmıştır. Farsça varyant, Reşîd-üd Dîn’in kitabındadır. Reşîd-üd Dîn bir Moğol devri aydını olduğundan Türklere ait olan son derecede renkli bu destanı Moğollara mal eder.
Oğuz Kağan Destanı, bütün bir destan hayatının ve efsane geleneğinin altüst olmasına sebep olmuştur. Bundan sonra bütün araştırmacılar son 35-40 yıla gelininceye kadar Reşîd-üd Dîn’in bu mal edişi yüzünden Türk ve Moğol topluluklarını karıştırmış, bazen Moğol’a Türk, Türk’e de Moğol demek gafletine düşmüşlerdir.
Reşîd-üd Dîn Müslüman olduğu için, kaleme aldığı Oğuz Kağan Destanı’nda ne kadar Müslümanlığa aykırı görüş ve anlayışlar varsa atmış ve kendisi bambaşka görüşler uydurmuştur. Fakat değiştirdiği unsurları belirtmemiş, sanki kendi yazdıkları gerçekmiş havası vermiştir. İşte bu sebeplerle Câmî-üt Tevârîh’de anlatılan Oğuz Kağan Destanı kesinlikle yeterli ve gerçek değildir.
Uygurca Oğuz Kağan Destanı da 14. yüzyılda kaleme alınmıştır. Ne Moğollar, ne de eski Türk anlayışına dair herhangi bir karışıklık yoktur. Bu nüsha manzum ve ünik (=tek, eşi olmayan)tir. Bu nüsha Paris Bibliyotheque National’de muhafaza edilmektedir. Bu nüshanın baş ve son tarafı eksiktir.
Oğuz Kağan Destanı’nın Uygur lehçesiyle yazılmış nüshası üzerinde geçen asırdan itibaren çalışanlar çıkmıştır. Bunların başında W. Radloff gelir. Radloff, 1864’den sonra Orta Asya’da Türkler arasında yaşamıştır. 1890 yılında Oğuz Kağan Destanı’nı tıpkıbasım olarak basmış, 1891 yılında bunun Almanca tercümesini yapmıştır. Bu olay Türkoloji âleminde büyük olay uyandırdı. Rıza Nur konuyu ele aldı ve İskenderiye’de kurduğu bir Türkoloji Dergisi’nde destanı Fransızca olarak neşretti (1928). 1930 yılında da P. Pelliot, Rıza Nur’un yayınına 1930 yılında bir dergide cevap vererek, Rıza Nur’un kullandığı bazı kelimelerin yanlışlığını ortaya çıkardı.
Aynı konuda Almanların çalışması Alman Türkolog Bang ile başlar. Bang tarafından “Oğuznâme” 1935’de Almanca olarak yayınlandı. Atatürk’ün girişimleriyle aynı yıl Türkiye’ye getirilen Bang, 33 yaşında iken İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine profesör olarak tayin edildi. Bundan bir sene sonra da Almanca yayının Türkçe çevirisi yapıldı.
Oğuz Kağan Destanı için, Ebûl Gazî Bahadır Hân’ın Şecere-i Türk ve Şecere-i Terâkîme adlı eserleri de büyük ölçüde kaynak durumundadır. Bu eserler hazırlanırken Reşîd-üd Dîn’in eserinden de yararlanılmış, ancak halk arasında dolaşan rivâyetler de eserde aktarılmıştır. Şecere-i Terâkîme incelendiğinde de görülebileceği gibi, Oğuz Kağan'ın babası Moğol Hakanı olarak gösterilmekle birlikte, Oğuz Kağan'ın doğumu ile ilgili kısımda, bu destanın İslâmî varyantı kullanılmaktadır. Halbuki Moğol ve İslâm kavramlarının destanlarda bile olsa bir araya gelmesi mümkün değildir.
Yazıcızâde Mehmed Bey’in Selçuknâme’sinde de Oğuz Kağan Destanı geçer. Bura- da da esas alınan Reşîd-üd Din’in eseridir.
Oğuz Kağan Destanının Muhteviyatı: Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı, gözü ve saçı, kaşları siyahtı. Annesinin memesinden ilk sütü em- dikten sonra bir daha emmedi. Lakırdı etmeye başladı. Yiyecek istedi. Kırk günde büyüdü. Dolaşıp oynuyordu. Oğuz’un ayakları öküze vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğürleri kıllı idi. At sürüsü güder, beygire binerek avlanırdı. Günler, geceler geçti. Delikanlı oldu. O sırada bu memlekette büyük bir orman vardı. İçinden dereler, ırmaklar akardı. Hayvanlar, kuşlar çoktu. Bu ormanda “Kiyant” adında bir büyük canavar bulunuyordu. Beygirleri parçalayarak yer, insanları yutardı. Oğuz bunu öldürmeye karar verdi. Bir gün mızrak, ok, yay, kılıç ve kalkan ile beygire atlayarak gitti. Bir geyik yakaladı. Bu geyiği bir av kırbacı ile ağaca bağlayarak çekildi. Gitti, sabah oldu. Gün doğarken oraya geldi. Lakin canavar onu yemişti. Bunun üzerine bir ayı yakaladı. Altın işlemeli kemeriyle bir ağaca bağlayarak gitti. Sabah oldu. Gün doğarken oraya geldi. Lakin canavar onu da almıştı. Bu defa Oğuz ağacın arkasına saklandı. Canavar tekrar gelince başı ile Oğuz’un kalkanına çarptı. Oğuz mızrağı ile canavarın kafasına vurarak öldürdü. Kılıçla da kafasını kesti. Gitti. Tekrar geldiği zaman bir akbabanın, onun bağırsaklarını yemek için geldiğini gördü. Onu da öldürdü. Bir gün Oğuz tanrıya ibadet ediyordu. Birdenbire ortalık karardı: Gökten mavi bir ışık düştü. Bu ışık güneşten, aydan daha parlaktı. Bu ışığın ortasında tek başına bir kız oturuyordu. Çok güzeldi. Basında kutup yıldızı gibi yanan parlak bir işaret vardı. O kadar güzeldi ki gülünce mavi gök de gülüyor, ağlayınca mavi gök de ağlıyordu. Oğuz onu görünce aklı başından gitti. Sevdi, aldı. Günler, geceler geçti. Bundan üç çocuğu oldu. Bunlara; Gün, Ay, Yıldız adlarını verdiler. Oğuz yine bir gün ava gitmişti. Uzaktan bir gölün ortasında bir ağaç ve ağacın dibinde yalnız bir kız gördü. O kadar güzeldi ki, görenler bayılırdı. Oğuz onu görünce aklı başında gitti. Sevdi, aldı. Günler, geçeler geçti. Oğuz’un bu kadından da üç oğlu oldu. Gök, Dağ, Deniz adını verdiler. Oğuz bir gün avda iken babası Kara Han’a oğlunun başka bir din tuttuğunu haber verdiler. Kara Han beyleri toplandı. Oğlunun halini anlattı. Oğuz’u yola getirmek için etrafa haberler saldı. Karısı gizlice Oğuz’a haber yollayarak babasının kararını bildirdi. Oğuz da etrafa boylara: “Babam asker toplayarak beni öldürmeye geliyor- muş. Beni isteyenler bana, babamı isteyenler de ona gitsin” yolunda haber gönderdi. Kara Han’ın kardeşlerinin oğulları, boyları ile beraber Oğuz tarafına geçtiler. Baba ile evlât askerleri savaşa tutuştu. Oğuz’un tarafı üstün geldi. Bu üstünlük üzerine Oğuz bütün Tekinleri, boyları davet ederek şölen yaptı. Şölenden sonra tekinlere ve orada bulunanlara emretti, dedi ki: “Bana uyanlara hediyeler verip dost bileceğim, uymayanları düşman bileceğim” dedi. Bir kısım halk Oğuz’un dinini kabul etmeyerek, yurtlarını bırakıp doğuya, tatarların ülkesine gitti. Oğuz bunların arkasından giderek Tatar’ın yurduna girdi. Tatarları yendi, mallarını aldı. O vakitler sağ tarafta “Altın Kaan” vardı. Oğuz’a hediyeler, altınlar, gümüşler, akik ve zümrütler gönderdi. Solda “Urum Kaan” vardı. Bu kağanın çok orduları ve şehirleri vardı. Urum Kaan Oğuz’un emirlerini dinlemedi. O vakit Oğuz ordusunu hazırladı. Sancağını çekip atına bindi. Kırk gün sonra “Buz Dağ” eteklerine geldi. Bir sabah Oğuz’un yurduna gün ışığına benzer bir ışık girdi: İçinden boz tüylü, boz yeleli erkek bir kurt göründü, Oğuz’a yol göstermek istediğini söyledi. Ondan sonra kurdun arkası sıra gittiler. Kurt “İdil Moran” kenarında durdu. Oğuz’un askeri de durdu. Orada savaşa giriştiler. Nehrin suyu kan damarı gibi kıpkırmızı oldu. Urum Kaan kaçtı. Memleketi, hazinesi ve halkı Oğuz’a kaldı. Urum Kaan’ın, Uruz Bey adlı bir kardeşi vardı. Uruz Bey oğluna dağ tepesinde “Tarang Moran” arasında müstahkem bir şehir ısmarlamıştı. Oğuz o şehre doğru yürüdü. Uruz Bey oğlu, Oğuz’a haber gönderdi: “Bizim saadetimiz senin saadetindir. Tanrı bu toprağı sana bağışlamış, ben sana basımı verir, saadetimi feda ederim” dedi. Bundan sonra adı “Saklap”oldu. Oğuz ordusu ile İdil’i geçti. Orada büyük bir hakan yaşıyordu. Oğuz onun da ardına düştü. “İdil suyundan akacağım” dedi. Orada “Ulu ordu Usyuteng” isminde bir tekinin yeri vardı. Burası çok ağaçlık bir memleket olduğundan, onlardan kesti. Ağaçların üzerine binerek nehri geçti. Oğuz gülerek dedi ki: “Sen de benim gibi bir hakan ol, sana Kıpçak densin” dedi. Tekrar yoluna devam etti. Bu arada boz tüylü boz yeleli kurt tekrar göründü: “Ordu ile yürüyerek Tekin’leri, halkı buraya getir.
En önde size yol göstereceğim” dedi. Yürüdüler, “İt Barak”ın ordusuyla karşılaştılar. “İt Barak” savaşta öldürüldü. Ordusu bozuldu. Yurdu, malı ve halkı Oğuz’a geçti. Oğuz Han bir aygıra bindi. Onu pek seviyordu. Fakat at çölde gözden kayboldu. Burada yüksek bir dağ vardı. Tepesi karlı olduğundan “Buz Dağı” derlerdi. Oğuz atının kaçmasına çok kederlendi. Orduda kahraman bir Tekin vardı. Bu yüksek da- ha tırmandı. Dokuz gün sonra Oğuz’a atını getirip verdi. Her tarafı karla bembeyaz olduğundan Oğuz ona birçok hediyelerle beraber “Karluk” adını verdi, birçok tekinlerin üzerine han yaptı. Tekrar yola düzüldüler. Yolda bir büyük ev gördü. Damı altından, pencereleri halis gümüşten ve demirdendi. Kapının anahtarı yoktu. Orduda “Tümür Dokagal” adında akıllı bir adam vardı. Oğuz ona: “Burada kal, aç, sonra orduya gel” dedi ve “Kalaç” adını verdi. Tekrar yola dizildiler. Yine bir gün boz tüylü, boz yeleli kurt birden göründü. Ordu da ona uydu. Bulundukları yer ekili bir ova idi. Buraya “Çuçit” derlerdi. Burada insan çoktu. Bunların çok da atları, inekleri, altınları, gümüşleri, elmasları vardı. Bunlar Oğuz’a karşı çıktılar. Ok ve kılıçla şiddetli bir cenk oldu. Oğuz üstün geldi. Curcit Han’ın başını kesti. Burada da çok mallar ele geçti. Fakat Oğuz’un ordusunda yük hayvanları pek azdı. Orduda “Parmaklı Çözüm Bilik” adında akıllı bir adam vardı. Hemen bir kağnı yaptı. Malları ona doldurdu. Hayvanları da buna koştu. Herkes onun gibi arabalar yaparak eşyasını yüklemeye başladı. Oğuz Han bunu da görerek güldü. Ona “Kankli” adını verdi. Tekrar yürüdüler. Boz tüylü, boz yeleli kurt önde idi. “Tangut” ve “Sakim” memleketine gittiler. Birçok cenklerden sonra Oğuz orayı da aldı. Gayet gizli bir köşede çok zengin ve çok sıcak bir memleket vardı. Adına “Baçak” derlerdi. Burada bir çok vahşi hayvanlar, av kuşları yaşardı. Ahalisinin yüzü siyahtı. Hakanı “Mazar” adlı biri idi. Oğuz onu da yendi, kaçırdı, memleketini aldı. Oradan atına binerek yurduna döndü. Oğuz Han’ın yanında ak sakallı, pek akıllı, ihtiyar bir “İrkil Ata” vardı. Buna “Uluğ Türk” de derlerdi. “İrkil Ata” bir gece rüyasında altın bir yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay doğudan batıya uzanıyor, bu üç gümüş ok da gece tarafına uçuyordu. Uyanınca bunları Oğuz’a bildirdi ve bir nasihat etti. Oğuz onun nasihatini dinledi. Ertesi sabah oğullarını çağırdı. Dedi ki: “İhtiyarladım. Benim için artık Hakanlık kalmadı. Gün, Ay, Yıldız siz güneşin doğduğu tarafa, Gök, Dağ, Deniz siz de gece tarafına gidiniz.” Oğulları bu emri yaptılar. Gün, Ay, Yıldız birçok hayvanlar, kuşlar vurduktan sonra bir altın yay buldular, babalarına getirdiler.
Oğuz yayı üçe ayırdı. Parçalarını yine onlara vererek: “Yay sizin olsun. Yay gibi oku göğe fırlatınız. Adınız “Bozok” olsun” dedi. Küçük kardeşleri de bir çok hayvanlar, kuşlar vurduktan sonra, çölde bir gümüş ok buldular, babalarına getirdiler. Oğuz oku üçe böldü. Yine onlara vererek: “Ok sizin olsun. Yay oku atar, siz de ok gibisiniz. Adınız “Üçok” olsun” dedi.
Bunun üzerine büyük kurultay toplandı. Herkesi çağırdı. 900 at, 9000 koyun kestirdi. 90 havuz kımız hazırlattı. Şölen verdi. Kendisi için direkleri altın kaplı, üzerleri zümrüt, yakut, firuze, inci ile altın işlemeli otağını kurdurdu. Halkı yedirip, içirdi. Otağın sağına kırk kulaç uzunluğunda bir sırık diktirdi. Tepesine bir altın tavuk, tavuğun ayağına beyaz bir koyun bağlattı. Sol tarafına da kırk kulaç uzunluğunda bir sırık diktirdi. Tepesine bir gümüş tavuk, tavuğun ayağına bir siyah koyun bağlattı. Sağ tarafta “Bozok”lar, sol tarafta “Üçok”lar oturuyordu. Böylece kırk gün kırk gece geçerek eğlendiler. Bundan sonra Oğuz yurdunu evlatlarına verdi. Onlara: “Evlatlarım! Çok yaşadım, çok cenk ettim. Çok ok attım, çok aygırlara bindim. Düşmanları ağlattım, dostları güldürdüm. Tanrıya her şeyi feda ettim. Size de yurdumu veriyorum.” dedi.
Oğuz Kağan Adında Bir Türk Hükümdarı Var Mıdır?
Oğuz Han’ın etrafında böyle bir destanın oluşması, araştırmacıları şüphelendirmiştir. Oğuz Han gerçekten var mıdır? Yoksa sadece bir destan kahramanı mıdır? Bu sorular araştırmacılar tarafından sürekli sorulagelmiştir. Gerçekte Oğuz adında bir hakan, fatih vardır. Yaşadığı zamana gelince; Türklerin ne zaman Mezopotamya’ya, Bizans’a ve Mısır’a seferler yaptıkları bellidir. Ve bu mantık yoluyla Oğuz Han’ın yaşadığı ortaya konmaya çalışılmaktadır. Fakat bu yönlerde fütûhat yapan bir çok Türk kumandanı vardır ve aşağı yukarı 130 seneden beri bu kumandanlardan hangisinin Oğuz Han olduğu tartışılmaktadır. 1850 yılında Çin kaynaklarını Rusçaya tercüme eden Biçurin adındaki ilim adamı, Çin kaynaklarındaki Türk kahramanlarını ele alırken, Oğuz Han’ın, Büyük Hun Hükümdarı Mo-Tun olduğu kararına varır. O zamanlar, yani 1850 yıllarında Göktürk Kitabeleri henüz okunamamıştır. Bu yalnız Çin kaynaklarına dayanılarak verilen bir hükümdür. Mo-tun da gerçekten çok büyük bir hükümdardır ama Oğuz Han mıdır? Burada kesinlik yoktur. Câmiü’t-tevârih’teki Oğuz Han Destanı’nda Oğuz Han’ın babası Karahan’ın av esnasında öldüğü görülür. Çin kaynaklarında avda öldüğü söylenen Tuman, Mo-tun’un babasıdır. Biçurin buradan yola çıkarak, olayın aynı olay olduğunu belirtir ve Oğuz Han = Mo-tun teorisini ortaya atar. Ondan sonra gelenler bu tezin doğruluğunda birleşirler. Oysa Câmiü’t-tevârih’deki destan Türk unsurlarından uzaktır. Reşid-üd Din, kendi tarih malzemesini genişletmek için Çin kaynağından yararlanmış, Mo-tun veya Mete isimleri İslâmî olmadığı için almamış ve bunları kendi kültürü (İslâm kültürü) içinde eritmeye çalışmıştır. Reşid-üd Din’in yaptığı bu iş de Oğuz Han ile Mo- tun’un aynı kişi olduğu yanlışını ortaya çıkarmıştır.
Biçurin’den sonra konuya eğilenlerden bir olan Radloff da, Oğuz Han’ın Mo-tun olduğu tezini kabul etmez ama o da daha çok kafaları karıştıran bir ismi ortaya atar: Oğuz Han, Bögü Han’dır.
Rus Türkologlar’dan ve büyük oriantalist Barthold ise, Oğuz Han’ın, Moğol Hakanı Cengiz Han olabileceğini söyler.
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’na göre ise, “Oğuz Han diye bir şahsiyet yoktur. Destan, herhangi bir kahramanın hayatını özetleyen bir eser değil, bir kültür bütününün özetidir. Oğuz Han Destanı’nın her satırı, Türk kültürü’nün bir doruğuna ışık tutan açıklamadır.”
Opmerkingen