Sevda Konulu Halk Hikayeleri
Bu yazıda konusu sevgi olan halk hikâyelerinden; Ercişli Emrah ile Selvi Han, Karaca Oğlan ile İsmikan Sultan, Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber, Hurşit ile Mahımihri hikâyeleri üzerinde durulmuştur.
Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikâyesi
Emrah ile Selvi Han hikâyesi bir çok araştırmacıya göre XVII. Yüzyılda Doğu Anadolu Bölgesinde doğmuştur. Türkiye haricinde, Azerbaycan, Türkmenistan ve Balkanlarda da bilinmektedir. Muhan Bali (1973) bu hikâye ile ilgili doktora tezi hazırlamıştır. Ercişli Emrah’ın âşıklık ve hikâyecilik yönlerini ise Saim Sakaoğlu (1987) ve Ali Saracoğlu (1999) değerlendirmişlerdir. Bibliyografisi ise Saim Sakaoğlu ve Ali Berat Alptekin tarafından hazırlanmıştır.
Isfahan Şahı Şahoğlu Şah Abbas’ın kırk aşığı, Gence’de Kara Vezir’e misafir olup, ondan atışmak için rakip dilerler. Fakat kimse gelmez. Bunun üzerine Kara Vezir Âşık Ahmet’i saraya davet eder. Âşık Ahmet daveti kabul edip saraya gider. Ancak âşıkların gücünü görünce onları yenemeyeceğini anlar ve gördüğü bir rüya üzerine ailesi ile birlikte Erciş’e göç eder. Erciş’e gelen Âşık Ahmet, Miroğlu Ahmet Bey’in saz meclisine katılır ve işlerinde yardım eder. Cuma akşamları babasının nereye gittiğini öğrenen Emrah bir gün kahveye gelir. Âşık Ahmet’in faslını dinleyen Miroğlu Ahmet Bey Emrah’ı görür ve Âşık Ahmet’in kızmasına rağmen baba oğulun birlikte çalıp söylemesini ister. Saz çalmasını bilmeyen Emrah sazın tüm tellerini kırar ve herkesin ortasında babasından dayak yer. Köyün çeşmesine giden Emrah, abdest alıp namaz kılar ve Allah’a kendisine âşıklık verilmesi için dua eder. Duası kabul olur ve Hazreti Pir gelerek Emrah’a biri Allah’ın aşkına; biri, üçler, beşler, yediler, kırk dervişten oluşan meclis aşkına; biri de Miroğlu Ahmet Bey’in kızı Selvi Han aşkına üç bade sunar. Pir Selvi’yi gösterir. Emrah ağzından köpükler saçarak bayılır. Bir türlü ayıltılmayan Emrah, babasının sazının tellerine dokunmasıyla ayılır. Babasına atışma teklifinde bulunur ve babasına cevap veremeyeceği sorular sorar. Baba da oğlunun üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalır. Bu arada Selvi Han da Emrah’a gönlünü kaptırmış ve sır arkadaşı Nazlı yardımıyla Emrah ile gizlice buluşmaktadır. Isfahan Şah’ı Şah Abbas Van Kalesi’ni kuşatmak istese de kuşatamamıştır.
Yola çıkan ordu Erciş’e geldiğinde iki asker Selvi ve Nazlıyı kaçırırlar. Bunu duyan Emrah çileden çıkmış ve gurbet yollarına düşmüştür. Olanlardan haberi olan Şah iki askeri cezalandırır. Hizmetinden memnun olduğu Yakup Han’ı birinci vezir yapmak için onu ve kızları yanına alıp Isfahan’a geri döner. Şah, Selvi ile evlenmek ister. Ancak Selvi şart koşarak kendisi için bir bağ dikilmesini ve adının ‘’Selvi Han Bağları’’ olmasını, üzümün yetiştiği zaman da düğünlerinin yapılmasını söyler. Emrah, Isfahan’a giderken Şah Abbas ve Selvi Han’ın 40 gün sürecek düğünlerini öğrenir. Yakup Han, Emrah’ı kendi aşığı yaparak meclise katılmasını sağlar. Tüm ödülleri kazanan Emrah, Şah’ın karşısına çıkar ve Selvi’nin resmine bakarak şiirler söyler. Şah, Emrah’ın badeli âşık olduğunu ve Selvi’yi sevdiğini anlar. Ancak Şah, kızı Emrah’a vermek için engeller çıkarır. Tüm engelleri geçen Emrah, vezirlerin uyarısı üzerine bir sınava daha tabi tutulur.
Eğer gerçekten Hak Aşığı ise verilen zehri içmesi gerekecektir. Emrah, zehri Selvi’nin elinden içmesi şartıyla kabul eder. Tam zehri içeceği sırada pencereden giren derviş, parmağını içeceğin içine sokar ve Emrah zehri içtiğinde bir şey olmaz. Emrah’ın Hak Aşığı olduğuna inanan Şah Abbas Selvi ile evlenmelerine izin verir ve ömür boyu yetecek kadar altınla onları Yakup Han’la Erciş’e yolcu eder. Emrah ile Selvi için güzel bir köşkün yapımı başlandığı sırada Selvi’nin kardeşleri, aşığa kız verilmez düşüncesiyle Selvi ve Nazlı’yı Gence’ye kaçırırlar. Selvi Han’ın kardeşleri Selvi’yi Kara Vezir’in oğluna vermek isterler. Ancak Selvi zaman kazanmak için şart koşar. Çeyizinde olacak halıyı kendisi dokuyacaktır. Bu da yedi yıl sürecektir. Aksi halde intihar edecektir. Emrah ve babası Erzurum ve Halep’te Selvi’yi ararken, Pir Dede Selatin Peri adlı bir kıza üç bade sunar. Badelerden üçüncüsü Emrah aşkına içilmiştir. Selatin Peri gördüğü rüyanın ertesi günü Veran Bağları adında bahçe ekimine başlar. Âşık Ahmet ve Emrah’in yolu Selatin Peri’nin bahçesine düşer. Selatin Peri, Emrah’ın Pir Dede’nin gösterdiği genç olduğunu anlar ve elini tutar. Aklı başından giden Emrah, Selatin Peri’nin kucağına bayılır. Ayıldıktan sonra olanları anlatır ve Selvi Han’ı aramak için izin ister. Günün birinde Gence’ye gelen Emrah ve babası, bir bahçede Selvi Han’ın suretini görürler. Selvi Han’ın sırdaşı Nazlı, bahçede gördüğü iki adamı tanır ve onları içeri alır. Bu arada Kara Vezir’in oğlu nişanlısını görmek için köşke gelir ve Emrah ile Selvi’nin birlikte olduğunu görür. Hemen babasına haber verir. Babası da cellatlarına Emrah’ı öldürme emri verir. Yakalanan Emrah olanları anlatır ve Şah Abbas’ın fermanının teyidi için Isfahan’a elçi gönderilir. Kara Vezir sahte bir fermanla Emrah’ı cezalandırır ve dokuz gün sonra infaz edilmesini emreder. Ancak Âşık Abbas, Şah Abbas’tan aldığı fermanı getirir ve oğlunu kurtarır. Yakup Han, Kara Vezir’den hesap sorar ve onu öldürür. Şahoğlu Şah Abbas’ın isteği üzerine önce Selvi Han’ın, bir hafta sonra da Selatin Peri’nin düğünleri yapılır.
Karaca Oğlan ile İsmikan Sultan
Hikâyenin tek anlatımı vardır o da Radloff’un Proben adlı eserinin VII. cildindedir. Ali Berat Alptekin, Saim Sakaoğlu, Esma Şimşek gibi Türkiye Türkü araştırmacıları tarafından zaman zaman araştırılmaktadır. Metin başlangıç itibariyle Türk ve Dünya masalları arasında çok yaygın Üç Turunçlar’ın temel motifi olan ‘’ihtiyar kadının testisinin kırılması’’ üzerine onun ‘’üç turunçların hışmına uğrayasın’’ şeklindeki bedduasıyla başlar. Karacaoğlan’ın şiir söylemeye başlaması ise rüya motifine dayanmaktadır. Karaca Oğlan hikâyede ilim sahibi, mütevazi, cömert biridir ve kavga edenleri barıştırarak adeta Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaş felsefesinin temsilcisi gibidir. Problemin çözümünde hakemlik görevini üstlenen kahve sahibi ise Dede Korkut gibidir. Hikâye, Kerem ve Aslı gibi din farklılığı üzerine kurulmuştur.
Smayıl, Allah yolunda gezen ‘’nefesi hak olan’’ birisidir. Bir gün çeşme başında ihtiyar bir kadının testisini kırar. Buna üzülen ihtiyar ‘’çok güç bela çekesin de keç muradına eresin’’ diye beddua eder. Smayıl’ın rüyasında İsmikan sultan gösterilir ve kendinden geçerek şiir söylemeye başlar. Bunun üzerine adı Karaca Oğlan olmuştur. Bu arada İsmikan Sultan’ı, babasının gemisinde çalışan Prikaşçik de sevmektedir.
Gurbete çıkan Karaca Oğlan yolda peri kızları görür ve onlara başından geçenleri anlatır. Onlardan aldığı mesajla Murat Paşa’nın kahvesinin olduğu şehre gider ve çırak olarak işe girer. Bilmeden İsmikan Sultan’ın evine suya gider. Yolda kavga eden iki kişiyi barıştırarak ilim sahibi bir kişi olduğu ortaya çıkar. Murat Paşa, çırağına akşam kahvede meclis yapmasını söyler. O da ‘’of İsmikan Sultan’’ redifli bir türkü söyler. İsmikan Sultan’ın babası bunu duyar ve bozulur. Murat Paşa tarafından yatıştırılır ve kızını Karaca Oğlan’a vermeye razı olur. Karaca Oğlan Belgradlı, İsmikan Sultan ise Tunalıdır. Kırk gün kırk gece düğün kurulur. Karacaoğlan yedi gün izin alıp diyardan ayrılır. Ancak zamanında dönmediği için ölmesi talep edilir. Murat Paşaya çok yalvaran Karaca Oğlan’ın cezası kademeli olarak indirilir. Ölümden kurtulmuştur ama İsmikan Sultan’ın yanına gittiği zaman onu bir arapla görür ve aldatıldığını düşünür. Terkedildiğini öğrenen İsmikan Sultan üzülür. Bir de Prikaşçik’in kendisini sevdiğini öğrenmesiyle büsbütün hastalanır. İsmikan Sultan’ın hastalıklarının ızdırapları ve kokularına dayanılamaz ve şehir dışına terk edilir. Murat Paşa, Prikaşçik’e ferman vererek Karaca Oğlan’ı öldürmesini ister. Karaca Oğlan’ı bulan Prikaşçik, Murat Paşa’ya götürürken yolda İsmikan Sultan’ı görürler. Haline üzülen Karaca Oğlan aldatılmadığını anlar ve İsmikan Sultan’ı affeder ve onu bir kaplıcaya götürür. Kaplıcada İsmikan Sultan hastalığından kurtulur. Birbirlerini ne kadar sevdiklerini gören Prikaşçik, onların hizmetçisi olur ve onları meclise götürür. Meclis onlara kırk gün kırk gece düğün yaparak murada erdirir.
Kerem ile Aslı Hikâyesi
Hikâye tüm Türk Cumhuriyeti ve topluluklarında bilinir. VII. Yüzyılda yaşadığı sanılan Kerem’in hayatını anlatan bir halk hikâyesi olup, doğuş yeri Doğu Anadolu ve Azerbaycan’dır. Manzur kısımları, nesir kısımlarına göre daha fazladır. Türkiye’de Şükrü Elçin (1949, 1999) ve Ali Duymaz (2001) hikâye üzerinde çalışmışlardır.
Adil Şah, İsfahan şehrinin Şahı, Keşiş ise hazinedarıdır. İkisinin de derdi çocuklarının olmamasıdır. Bir gün yolda bir zat çocuklarının olması için onlara elma verir. Elmaları eşleri ile birlikte yiyerek zamanı gelince çocukları dünyaya gelir. Şah’ın oğluna Ahmet Mirza, Keşişin kızına da Kara Sultan adı verilir. Elmayı veren yaşlı adam, çocukların evlendirilmesi tavsiyesinde bulunmuş. Ancak Şah Müslüman, Keşiş de hristiyandır. Bunun üzerine Keşiş ailesiyle kaçarak Zengi’ye göç eder. Büyüyen Ahmet Mirza arkadaşı Sofu ile ava gider. Dönüşte uyuya kalır ve o sırada üçler, yediler, kırkların elinden bade içer. Keşiş’in kızı da ona gösterilir. Kara Sultanı aramaya çıkan Kerem, Keşiş’e misafir olur. Ancak Keşiş kızının öldüğünü söyleyerek Ahmet Mirza’yı kandırır.
Yas tutan Kerem, bir av esnasında şahinini takip ederek bir bahçeye girer. Bahçede rüyasında gördüğü kızla karşılaşınca kendisinden geçer. İkili karşılıklı aşk şiirleri okuyarak Kerem ve Aslı kelimelerini birbirlerine mahlas verirler. Bunu öğrenen Keşiş, tekrar ailesiyle göç etmeye karar vermiş. Bu duruma çok üzülen Kerem, Sofu ile birlikte gurbete çıkar.
Keşiş’in göçünü takip ederek Hoy, Gence üzerinden Doğu Anadolu ve Güney Anadolu Bölgelerine gelir. Kırk haramiler tarafından alı konulur. Hak aşığı olduğunu ispat ederek ölümden kurtulur. Tiflis, Van, Ahlat, Muş, Ganlı, Kilise, Nemrut Dağı, Süphan Dağı, Murat Suyu ve Çoban Köprüsü gibi yerleri gezerken zor tabiat şartları ile karşılaşır. Avcının tuzağına düşmüş ceylanla söyleşir. Laleli Dağı’nda yakalandığı kar fırtınasından Hazreti Hızır’ın yardımıyla kurtulur. Bu arada Aslı’yı Erzurum’da hamamdan çıkan kızların arasında görse de görüşemez. Erzincan’a giderken mezarlıktan geçerek kuru kafa ile söyleşir. Sivas, Tokat üzerinden Zile’ye gelir bu arada Kızılırmak ve Yıldız Dağı ile söyleşerek Ürgüp’e, oradan da Kayseri’ye gitmeye karar verir. Kayseri’ye giden Kerem diş çektirme bahanesiyle Aslı’nın evine gider. Aslının kucağına yatarak tüm dişlerini çektirir. Aslı’nın daha önceden verdiği mendille ağzını silince, kız onu tanır. İki sevgili gece kaçarlar. Ancak Kayseri Paşası’nın adamları tarafından Kerem ve Sofu yakalanır ve yargılanarak idamına karar verilir. Hak aşığı olması nedeniyle imtihandan geçirilerek, görünümleri aynı olan kırk kızın içinden Aslı’yı tanırsa Kerem’in canı bağışlanacaktır. Kayseri Paşa’sı, imtihanı geçen Kerem ile Aslı’nın düğünlerinin yapılmasını ister. Keşiş yine hazırlık yapma bahanesiyle izin isteyerek Tekke’ye doğru kaçar. Kerem ve Sofu Halep’e gelerek Aslı’yı bulurlar. İkilinin gizli buluşması suç olduğundan; Kerem yakalanarak hapse atılır. Tutsağın Kerem olduğunun anlaşılması üzerine Halep Paşası’nın emriyle serbest bırakılır. Bu arada Aslı başka bir delikanlıya verilmiştir. Nikahları kıyıldıktan sonra Halep Paşası’nın emriyle Aslı yakalanarak konağa getirilir ve Kerem’le evlenmesine kararlaştırılır. Keşiş buna tek bir şartla kabul eder. Kızına sihirli bir gelinlik dikerek, düğmelerini sadece Kerem’in açmasını ister. Ancak Kerem gerdek gecesinde ne kadar uğraşsa da düğmeleri açamaz. Düğmeler her açıldığında sonuncusu tekrar kapanmaktadır. Sonunda Kerem bir “ah “ çeker ve mavi bir alev çıkararak yanmaya başlar. Aslı bu ateşi söndüremez ve küllerini saçlarıyla toplamak isterken o da yanarak kül olur. Bütün bunlara Keşiş’in sebep olduğu anlaşılması üzerine Halep Paşası’nın emriyle Keşiş ve karısı öldürülür.
Âşık Garip Hikâyesi
Hikâye, Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan (Kuzey ve Güney), Türkmenistan; Özbekistan ve Doğu Türkistan’da sözlü ve yazılı kaynaklarda bilinmekle beraber, pek çok da baskısı yapılmıştır. Bazı araştırıcılara göre hikâyenin çıkış yeri Azerbaycan’dır. Daha sonra doğuya (Türkmenistan, Özbekistan, Doğu Türkistan) ve batıya (Türkiye, Balkanlar) yayılmıştır. 1875 yılında Ermeni harfleri ile Türkçe olarak yayımlanmıştır.
Fikret Türkmen’in Âşık Garip Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma (1975) adlı doktora çalışmasında hikâyenin kaynağı, varyantları, epizotları, şiirleri ve örnek metinleri çeşitli açılardan ele alınarak değerlendirmiştir. Hikâyenim motifleri pek çok çalışmanın mukayesesinde (Alptekin, Şimşek, Çolak, Cemiloğlu, Karadağ vb.) ele alınmıştır. Hikâye lisans tezlerinin (Özeren 1976) dışında doktora tezlerinde de (Cemiloğlu 1988) bulunmaktadır. Âşık Garip hikâyesi ile Dede Korkut’un hikâyelerinden Kampüre’nin oğlu Bamsı Beyrek arasında büyük benzerlikler vardır. Her iki anlatmada da görmeyen gözün tedavisi, ölümün sembolü olarak kanlı gömlek motifi vardır. Her iki hikâyede de Beyrek ve Garip düğünün otuz dokuzuncu gününde düğün evine gelip saz çalıp türkü söylerler.
Tebriz’li Hoca Maksud çocukları gelişme çağında iken ölür ve mal varlığı oğlu Resul’e kalır. Tüm mirası yiyip içen Resul çalışmaya karar verse de hiçbir işte tutunamaz.
Âşık olmaya karar verse de bunu da beceremez. Berat gecesinde yapılan helva sohbetinde Keloğlan Resul’u aşağılamak için ondan saz çalıp türkü söylemesini ister. Darda kalan Resul Allah’a kendisine âşıklık vermesi için dua eder. O gece üçler, yediler, kırklar Resul’ün rüyasına girerler ve ona bade içirirler. Resul âşıklığı öğrenmiş aynı zamanda da Şah Senem’e de aşık olmuştur. Ailesini alıp Tiflis’e gider. Tiflis’te yabancı olduğu için Resul’e Garip denilir. Bir gün Şah Senem’in babası Şah Sinan, Garip’in fasıllarını dinler ve çok beğenir.
Kendisinin yanında çalışmasını teklif eder. Garip teklifi kabul eder. Garip Şah Senem’i babasından ister, baba da kırk kese altın karşılığında kızı vermeyi kabul eder. Yedi yıllık gurbete gitmeye kara veren Garip, sazını duvara asarak ailesine ve Senem’e veda eder. Senem sevdiğine ulaştırılmak üzere Şah Veled’e mektup verir. Ancak Şah Veled de Senem’i sevmektedir ve Keloğlan’la plan yaparak Garip’in gömleğine kan sürüp annesine gönderirler. Oğlunun öldüğünü zanneden anne, gece gündüz ağlamaktan gözleri kör olur. Senem Şah Veled’e verilir. Garip’in öldüğüne inanmayan Senem ve Garip’in ailesi bezirgan tutarak araştırma yapmasını isterler. Bezirgan elinde Garip’in tasıyla şerbet dağıtırken Garip’i bulur ve tüm olanları anlatır. Tiflis’e dönmeye karar veren Garip yolda birçok zorlukla karşılaşır. Hazreti Hızır’ın yardımı ile tüm zorlukları aşar. Evine geldiğinde kız kardeşi onu tanıyamaz. Duvarda asılı olan sazın tellerinin kopması üzerine Garip’in evde olduğu anlaşılır. Garip, Hazreti Hızır’ın atının ayağının altından verdiği toprağı annesinin gözlerine sürer ve annesi görmeye başlar. Şah Veled ile Senem’in düğünlerinin otuz dokuzuncu gününde Garip düğünde saz çalar ve kendini tanıtarak kızı geri alır. Kız kardeşi Güllü Han’ı da Şah Veled’e verir.
Tahir ile Zühre Hikâyesi
Hikâyenin, Türkçe konuşulan hemen her yerde yazılı ve sözlü anlatmaları vardır. Rusça, İngilizce ve Almanca’ya çevrilmiştir. Opera ve film konusu olmuştur. Fikret Türkmen tarafından bir doçentlik taktim tezi hazırlanmıştır (1983). Çalışmada, hikâyenin yirmi dört varyantı, motifleri, epizotları ve şiirleri çeşitli yönleriyle değerlendirilmiştir. Türkmen, Bali, Aslan, Alptekin, Şimşek, Çolak, Cemiloğlu, Aytaç hikâyenin motiflerini değerlendirmişlerdir. Öğrenci tezlerinde (Özeren 1976) de anlatmaları vardır. Hikâyedeki şiirler daha çok yedi heceli ve mâni şeklindedir. Çocuksuzluk, Hazreti Hızır, tayyizaman-tayyimekan ve cadı motifleri karşımıza çıkar.
Zengin bir padişahın ve lalasının çocukları olmuyormuş. İkisi kılık değiştirerek gezintiye çıkarlar. Yolda karşılaştıkları bir derviş sıkıntılarını bilir ve eşleriyle yemeleri için onlara birer elma verir. Dokuz ay sonra padişahın Zühre adında kızı, lalasının da Tahir adında oğlu olur. Tahir ile Zühre beraber büyürler, padişahın bahçesine gider birbirlerine şiir söylerler. Bir saz ustasından ders alıp sanatlarını icra ederler. İki genç birbirine ilgi duymaya başlar ve aşk dedikoduları her yere yayılır. Arap Köle gençlerin aşkını etraftakilere ve kızın annesine anlatır. Padişah kızını Tahir’e vermek istese de kızın annesi razı olmaz ve bir büyücüden yardım alır. Büyü tutar ve Zühre Tahir’den soğur. Kendine köşk yaptıran Zühre dadısıyla köşke yerleşir. Dadı büyüden bahsedince, Zühre Tahir’i bulur ve başından geçenleri anlatır. Gençlerin tekrar birlikte olduğunu duyan padişah Tahir’i Mardin’e sürer. Zühre yedi yıllık hasret ateşiyle yanarken, bir gün Tahir’e söylediği türküyü Keloğlan duyar. Hemen haberleri Tahir’e ulaştırır. Zühre’nin sıkıntısını duyan Tahir, Hazreti Hızır’a dua eder ve bir göz kırpıp açması ile beraber sevdiğine kavuşur. Zühre Tahir’i ilk bakışta tanıyamasa da ikili tekrar gizlice görüşmeye başlar. Bu durum Arap Köle tarafından fark edilir ve hemen padişaha haber verir. Padişah kızarak Tahir’i yakalatmak için askerlerini gönderir. Tahir ne kadar karşı çıksa da teslim olmak zorunda kalır. Ardından da sandığa kapatılarak Nil Nehri’ne bırakılır. Olanları duyan Zühre, Göl Padişahı’nın kızından yardım ister. Göl Padişahı’nın kızı Tahir’i kurtarır ve ona aşık olur. Tahir oradan da kaçar ve Hazreti Hızır yardımıyla sevdiğinin yanına ulaşır. Zühre tam başkası ile evleneceği sırada Tahir yanına gider ve karşılıklı aşk türküleri okurlar. Durumu gören Arap Köle padişaha haber verir ve padişah da Tahir’i tutuklatır. Padişah en sonunda Tahir’ affeder. Ancak Tahir’in canına tak etmiş ve canını alması için Allah’a dua etmiş. Oracıkta ölmüş. Bunu duyan Zühre de dua eder ve o da ölür. Olanlara üzülen Arap Köle de intihar eder. Tahir’in mezarında kırmızı, Zühre’nin mezarında beyaz, Arap köle’ninkine de karaçalı çıkar. Güller tam birbirlerine kavuşacakken, karaçalı aralarına girerek kavuşmaya engel olur. (Türkmen 1983)
Arzu ile Kamber Hikâyesi
Hikâye Türkiye dışında, Musul, Kerkük ve Balkanlarda bilinmektedir. Doğuş yeri Kerkük olarak gösterilmektedir. Hem yazılı hem sözlü anlatmaları vardır. Diğer hikâyelerden ayrılan en önemli özelliği manzum kısımların mâni şeklinde olmasıdır. Hikâye, doktora tezlerinde (Tuğrul 1969) ve lisans tezlerinde (Ayhan 1973) de bulunmaktadır. Esma Şimşek (1987) tarafından hazırlanan ve henüz yayımlanmamış yüksek lisans tezi de vardır. Hikâyede göçebe hayatın izleri ve belirgin bir dua etkisi vardır.
Ahmet adındaki çobanın çocuğu yoktur. Bir gün ırmağın üzerinde bir sandık görür. Sandıktan erkek çocuk çıkar. Bebeği evine götürür ve adını Kamber koyar. Kamber, Ahmet’in kızı Arzu ile beraber büyür, hatta birbirlerini kardeş sanırlar. Bir gün beraberlerken yolda yaşlı bir kadına rastlarlar ve kardeş olmadıklarını öğrenirler. O günden sonra birbirlerini sevmeye başlarlar. Kamber’in Arzu’yu öptüğünü gören kocakarı onları ayırmak için ziyafet düzenler. Ziyafette, Arzu’nun annesinin sütüyle yapılan yemek Kamber’e yedirilecektir. Arzu, küçük kardeşi sayesinde bunu öğrenir ve Kamber’in yemeği yemesini engeller. Kamber. Şehre gider ve bir ağanın yanında çalışmaya başlar. Ağanın bir oğlu vardır. Oğlan bir gün Arzu’yu görür, ona aşık olur ve babasını dünür gönderir. Kamber, Arzu’nun ağanın oğluyla nişanlandığını duyunca dayısı Araz Bey’in yanın gider.
Dayısı yeğenini teselli ettikten sonra Düldül adlı atını Kamber’e verir. Atla birlikte Arzu’nun köyüne varan Kamber, mezar başında ağlayan kocakarıyı görür ve ona neden ağladığını sorar. Kocakarı da yine onları ayırmak için Arzu’nun öldüğünü söyler. Bu haberle yıkılan Kamber dağa çıkar. Bir süre sonra Arzu’nun mezarını arar ama bulamaz. Yoldan geçen çiftçiye sorar ve Arzu’nun ölmediğini, evlenmek üzere olduğunu öğrenir. Kamber hemen düğün evine gider. Orada onu tanımazlıktan gelirler. Bunun üzerine o da beddua eder. Düğünden sonra gelin almaya gelinir. Ancak Arzu’nun bindiği her atın beli kırılır. Bir tek Kamber’in atı kalmıştır. At, Kamber’den başka kimseyi yanına yaklaştırmaz. Kamber atı tutar ve Arzu da ata bindirilir.
Yolda Arzu atı mahmuzlayınca, at Kamber’in ayaklarına basınca, çizmeleri kanla dolar. Arzu’nun verdiği mendille kanını sildikten sonra Arzu’yu öperek oradan uzaklaşır. Kamber’in bedduası sonucu damat ölür. Şehirde yas ilan edilir. Kamber, Arzu’nun bulunduğu şehre gelerek “Yarabbi Arzu’nun dizi üzerinde biraz yatayım da sonra canımı al” diye dua eder. Arzu’nun yanına gelir ve çok yorgun olduğunu söyleyerek Arzu’nun dizlerinin üzerine yatar ve oracıkta ölür. Bu acıya dayanamayan Arzu, Allah’a dua eder ve o da oracıkta ölür. Oğlanın babasıyla Arzu’yu aramaya çıkan kocakarı, bir gül ağacının dibinde Arzu ile Kamber’in birbirlerine sarılı halde ölülerini bulur. Kocakarı, bunların birbirlerini sevdiklerini, ama onları hep ayırdığını oğlanın babasına söyler. Oğlanın babası da kocakarıyı orada öldürür. Daha sonra da yaptırdığı mezara gömdürür. Kılıcın ucunda damlayan bir kan iki aşığın arasına düşer. Her yıl Arzu ile Kamber’in mezarında bir gül biter. Güller açıp da birbirlerine kavuşacakları sırada kocakarının bir damla kanı kara çalı olup onların arasında çıkar. Böylece bunların kavuşmalarına engel olur (Şimşek 1987: 289-302)
Hurşit ile Mahımihri Hikâyesi
Hikâye, Türkiye ve Balkanlar’da yazılı ve sözlü kaynaklardan bilinmektedir. Türkiye’nin değişik bölgelerinden derlenen çok sayıda sözlü metin öğrenciler tarafından tespit edilerek yazılmıştır (Çelik 1971; Yazıcı 1971; Balbay 1973). Hikâyenin Saim Sakaoğlu ve Ali Duymaz’ın hazırladığı ve Kültür Bakanlığı yayınları arasında yer alan bir kitabı vardır. Türkmen, Bali, Şimşek, Koçak, Duymaz, Cemiloğlu, Alptekin vb. hikâyeyi çeşitli açılardan değerlendirmişlerdir. Hikâye, göçebe hayatın üzerine kurulmuş alegorik bir hikâyedir.
Padişahın Hurşit adında bir oğlu vardır. Hurşit okula gider, tüm ilimleri, ardından da savaş aletlerini kullanmayı öğrenir. Evlilik çağına gelince babası onu evlendirmek istese de o kimseyi beğenmez, bu teklife karşı çıkar. Uçma’an şehrinin beyinin Mahımihri adında çok güzel bir kızı vardır. Ancak kızına kimseyi layık görmediği için kızını evlendirmek istemez. Rüyasında Murat Tepesi denilen bir yere varan Hurşit, kırklarla karşılaşır. Hurşit’e Mahımihri’nin tasvirini gösteren kırklar, bir de bir kadeh abıhayat verirler. Bu kızın onun nasibi olduğunu, yedi ay sonra ona kavuşacağını ve onlardan kimseye bahsetmemesini tembihlerler. Mahımihri’yi görür görmez aşık olan Hurşit gece gündüz ağlar. Kimseye de bir şey diyemez. Hurşit’in Mahımihriye kavuşmasına bir ay kalır. Padişah, sararıp solan oğluna çare aramakta, ancak bulamamaktadır. Şehirden gelen yedi sarhoş Hurşit’in derdine çare bulmak amacıyla Hurşit’i has bahçeye götürürler. Meclis kurup Hurşit’in eline saz verirler, o da başından geçen her şeyi anlatır. Anlattıklarından aya aşık olduğunu zannedip tövbe etmesini isterler. Vade dolduğunda Hurşit kırkların kızı gösterdiği yere gider. Av için şahinini saldığında, şahin Geylani Yaylasındaki obaya gider.
Hurşit, şahinini bulmak için obaya girer ve karşısında Mahımihri’yi karşısında görünce bayılır. Kız Hurşit’e sarılınca Hurşit kendine gelir ve birbirlerine söz verirler. Padişah, kızın kardeşlerine dünür gider. Kırk gün süre isteyen kardeşler, otuzuncu gün Mahrımihri’yi oradan uzaklaştırırlar. Kızın gittiğini duyan Hurşit’in aklı başından gider. Çeşmenin başına gider, ocak taşını kaldırarak Mahımihri’nin mektubunu bulur ve kızın Yüzbaşı Han ile evlendirileceğini öğrenir. Uçma’an şehrine varan Hurşit, yaşlı bir kadına misafir olur. Kadın Hurşit’in karnını doyurur ve Has Bahçe’ye gönderir. Oraya vardığında Hasret Hatun üç oğlana Hurşit’e yardım etmesini söyler. Üç oğlan da Hurşit’in, Kara Han’ın haznedarının yanında çalışmasını sağlar. Bir gün kahveye giden Hurşit sazıyla çalıp söyler ve bu da Kara Han’ın kulağına gider. Hurşit, Han’ın huzuruna çıkar ve aşkını sazıyla dile getirir. Hasret Hatun, Mahımihri’yi Hurşit’e getirir. Yola çıkan iki aşık Kırk Haramiler tarafından yakalanırlar. Hurşit’i öldürmesi için Arab’ı görevlendirirler. Ancak Arab, Hurşit’in babasının Arabı’dır. Hurşit, Arab ile Kırk Haramileri öldürüp, Mahımihri ile memleketine gider. Hurşit babasının huzuruna gelir ve Mahımihri ile evlenir. (S. Sakaoğlu-A. Duymaz, Hurşit ile Mahımihri hikâyesi, Ankara 1996, 91-135).
Sevda Konulu Halk Hikayeleri
Yorumlar