İslamiyet Öncesi Türk Destanı
İslamiyet öncesi sözlü Türk edebiyatının en mühim mahsulü Türk destanıdır. İslâmiyet öncesi Türk destanı, birbirini takip eden altı bölüme ayrılır.
Yaratılış
Saka (Alp Er Tonga, Şu)
Oğuz Kağan
Siyenpi
Köktürk
Uygur
Yaratılış bölümü 19. yüzyılda Radloff tarafından Altay Türklerinden derlenmiştir. Altay Türkleri eski Türk dinine mensup oldukları için destan, çok geç bir tarihte tespit edilmesine rağmen Türklerin yaratılış hakkındaki en eski inançlarını yansıtmaktadır. Ancak destanın uzun asırlar boyunca çeşitli tesirler altında önemli değişiklikler gösterebileceğini de hatırdan uzak tutmamak lâzımdır.
Saka bölümü, Al Er Tonga ve Şu destanları olmak üzere ikiye ayrılır.
Al Er Tonga M. Ö. 7. yüzyılda yaşamış olan ünlü Saka hükümdarıdır. Bu hükümdar, bütün Orta Asya’yı hâkimiyeti altında bulundurduğu gibi Kafkasları kuzeyden güneye aşarak Anadolu, Suriye ve Mısır’ı da fethetmiştir. Hayatı fetihlerle ve bilhassa İranlı Medlerle mücadele halinde geçmiş, M. Ö. 626,625 veya 624’lerde Med hükümdarı Keyhüsrev tarafından bir ziyafete çağrılarak hile ile öldürülmüştür. Bu hâdisenin hâtırası hem Türkler, hem İranlılar arasında yüzyıllarca yaşamıştır. Alp Er Tonga; Asur kaynaklarında Maduva, Herodot’ta Madyez, İran ve İslâm kaynaklarınla Efrâsiyab olarak geçer. Onun hayatı ve savaşları, Müslümanlıktan çok önce Türkler tarafından büyük bir ihtimalle destanlaştırılmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lûgati’t-Türk’ündeki Alp Er Tonga sagusunun bu destana ait bir parça olması kuvvetle muhtemeldir. Câmiü’t-Tevârih’teki Oğuz Kağan Destanını Türkçeye çeviren Zeki Velidi Togan’a göre, Oğuz Kağan Destanının ilk tabakasını Alp Er Tonga’nın hayatı ve savaşları teşkil eder. Hakikaten, destandaki Oğuz Kağan da, Alp Er Tonga da Kafkasları kuzeyden güneye aşarak Ön Asya’da fetihler yaparlar. Oğuz Kağan Destanının ikinci tabakasını teşkil eden Hun hükümdarı Mete ise, Kafkasları aşıp Ön Asya’da fetihler yapmamıştır. O halde Oğuz Kağan Destanı’nda, Alp Er Tonga Destanı’ndan izler bulunmaktadır.
11. yüzyılın iki büyük Türk yazarı, Yusuf Has Hâcib ve Kaşgarlı Mahmud, Alp Er Tonga’dan bahsederler. Onlara göre İran kaynaklarında Efrâsiyab olarak geçen kahramanın adının Türkçe’si veya lâkabı Tonga Alp Er’dir. Aynı kahraman, Cüveynî’de, Buku Han, Şahâbeddin Mercânî’de Buka Han bin Pişing olarak geçer. Mes’ûdî’ye göre Köktürk hakanları, Cüvenyî’ye göre Karahanlı ve Budist Uygur hükümdarları, Şecere-i Terâkime’ye göre Selçuklu sultanları kendilerini Efrâsiyab neslinden kabul ederlerdi.
Çeşitli kaynaklarda hakkında pek çok bilgi bulunan Alp Er Tonga’nın hayatı etrafında teşekkül etmiş destan bugüne intikal etmemiştir. Ancak Dîvânü Lûgati’t-Türk’teki sagu, bu destanın şüphesiz bazı değişikliklerle 11. asra intikal etmiş küçük bir parçası olabilir. Atsız’a göre; İranlıların meşhur destanı Şehname ‘deki Efrâsiyab’la ilgili bölümlerde Fîrdevsi, Türkler arasında sözlü olarak yaşayan Alp Er Tonga Destanından da faydalanmıştır.
Şu destanı, M.Ö.330-327 yıllarındaki hâdiselere aittir. Bu tarihlerde Makedonyalı İskender, İran’ı ve Türkistan’ı istilâ etmişti. O sırada Türklerin başında Şu adlı bir hükümdar bulunuyordu. Destan, Türklerin İskender’le çarpışmalarını ve doğuya çekilmelerini anlatır. Bu arada doğuya çekilmeyen ve batı Türkistan’da kalan 22 ailenin, Oğuz boylarını teşkil ettiklerini destandan öğreniriz. Bu parçayı Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlara niçin Türkmen dendiğini anlatmak üzere “Türkmen” maddesinde Arapça olarak kaydetmiştir. Ancak Kaşgarlı Mahmud’da İskender, “Zülkarneyn” adıyla geçmektedir.
Oğuz Kağan Destanı, Alp Er Tonga’dan da izler taşımakla beraber, daha çok M. Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış bulunan Büyük Hun Yabgusu Motun’un (Mete) hayatı etrafında teşekkül etmiş bir destandır. Maalesef bu bölüm de eski şekliyle ve bir bütün olarak bugüne intikal etmemiştir. Bazı küçük ve muahhar parçalar bir tarafa bırakılırsa, bugün elimizde Oğuz Kağan Destanı’na ait üç rivayet bulunmaktadır. 13. yüzyıldan sonra (en geç 16. yüzyılda) Uygur harfleriyle, fakat İslâm muhiti dışında tespit edilmiş bulunan rivayet Türklerin Müslümanlığından önceki şekli temsil etmektedir. Fakat bu rivayet çok kısadır.
14. yüzyılın başında Reşîdeddîn’in Câmiü’tTevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı oldukça uzundur. Bu Farsça şeklin, 13. yüzyılda Oğuzlar arasında yaşayan destanın tercümesi olduğu muhakkaktır. Hatta belki de Reşîdeddîn, Türkçe olarak yazıya geçirilmiş bir Oğuz Kağan Destanı’m kullanmıştı. Reşîdeddîn rivayeti İslâmiyet’ten sonraki şekli temsil eder. Uygur harfli şekle göre oldukça uzundur, fakat destanın aslına daha uzaktır.
Üçüncü rivayet, 17. yüzyılda Ebu’l-Gazi Bahadır Han tarafından tespit edilmiştir. Diğerlerine göre çok daha muahhar olan bu parçada, hem Reşîdeddîn rivayetinden, hem de 17. yüzyılda Türkmenler arasında yaşayan sözlü rivayetlerden faydalanılmıştır.
15. veya 16. asırda tespit edilmiş bulunan Dede Korkut Hikâyeleri de aslında Oğuz Kağan Destanının parçalarıdır. Başlangıçta Oğuz Kağan’ın şahsı etrafında teşekkül eden destan, sonradan diğer şahıslar etrafında genişletilmiştir.
Siyenpi destanı, 2. yüzyılda yaşamış olan Siyenpi hükümdarı Tan-şe-hoay Yabgu’nun olağanüstü bir şekilde doğuşunu ve kahramanlığını anlatır. Türk destanının bu bölümü, Çin kaynakları tarafından çok kısa olarak tespit edilmiştir. Bu destanın biraz değişmiş ve genişlemiş bir şekli, Radloff’ça Altay Türklerinden derlenmiştir.
Köktürk Destanı: Köktürkler’in türeyişi ve çoğalmalarıyla ilgilidir. Çin kaynaklarında yer alan rivayetler “Bozkurt destanı”, Reşîdeddîn ve Ebu’l Gazî Bahadır Hân’daki rivayet ise “Ergenekon destanı” olarak bilinir. Ayrı adlarla bilinen bu destanlar aslında aynı destanın birbirlerinden çok farklılaşmış şekilleridir.
Uygur destanı, türeyiş ve göç olmak üzere iki parçadan ibarettir. Çin kaynakları tarafından tespit edilmiş bulunan türeyiş parçası, Uygurların erkek bir kurttan türemelerini anlatır. Uygurların Ötüken bölgesinden tarım havzasına göç etmeleri etrafında oluşan ikinci parça ise hem Çin kaynaklarında, hem de İran kaynaklarında yer almakta ve iki rivayet birbirini tamamlamaktadır.
Yukarıda kısaca anlattığımız ve diğer sayfalarda metinleri yer alan İslâmiyet öncesi Türk destanının bu parçalan, isimlerine bakılarak sadece belirli Türk boylarını ilgilendiren destanlar olarak düşünülmemelidir. 19. yüzyılda Altay Türklerinden derlenen yaratılış bölümü, ne kadar değişikliğe uğramış olursa olsun ve ne kadar dar bir sahaya sıkışırsa sıkışsın bütün Türklerin kozmogonisini yansıtmakta, ilk Türklerin yaratılış hakkında düşüncelerinin izlerini taşımaktadır. Şehnâme’den özetlenen Alp Er Tonga destanı, uzun asırlar süren İran-Turan mücadelelerinin izlerini taşır; Turan ise bütün Türk dünyasını ifade eder. Turan kahramanı Alp Er Tonga, bütün Türklerin ortak eserleri olan Kutadgu Bilig ve Dîvânü Lûgati’t-Türk’te bir Türk beyi olarak geçer. Şu destanına gelince, o da Oğuz, Halaç ve Uygurları kucaklamaktadır.
Oğuz Kağan Destanı da sadece Oğuzların destanı değildir. Destandaki en önemli noktalardan biri Oğuz Kağan’ın beylerine Kıpçak, Karluk- Halaç ve Kanglı adlarını vermesidir. Bu nokta, Oğuz Kağan’ın bütün Türk boylarının atası olduğunu açıkça gösteriyor. Destan kahramanı, Oğuz Kağan adını taşımakla beraber Oğuz Kağan’ın “men Uygurnıng kağanı bola men (ben Uygurların kağanıyım)” demesi de dikkat çekicidir, İslamiyet’ten sonraki asırlarda Oğuz Kağan Destanı daha çok Oğuzlarda, özellikle Türkmenlerde yaşamış ve 17. yüzyılda Ebu’l Gazi Bahadır Han tarafından Türkmenlerden tespit edilmiştir. Oğuz Kağan Destanının parçaları olan Dede Korkut Hikayeleri de yine daha çok Türkmenistan, Azerbaycan ve Türkiye’de yayılmıştır. Ancak Korkut Ata hakkındaki rivayetlerin bugün Oğuzlarda değil, Kazak Türkleri arasında yaşadığını ve hatta Kazak Türklerinin Korkut Ata’nın icat ettiği bir küyü (makamı) kıl kopuz ile çaldıklarını unutmamak lazımdır. Dede Korkut Hikâyelerinden Bamsı Beyrek’in de Özbek, Kazak ve Kırgız Türklerindeki Alpamış-Alpamıs Alp Bamsı-Alp Manas destanlarıyla ilgisini, bu destanlar üzerinde çalışmış olan araştırmacılar ortaya koymuşlardır.
Köktürklerin ve Uygurların kurttan türemesi de bütün Türkleri ilgilendiren ortak bir motiftir. Kurdun kutsallığı hakkındaki rivayetler bütün Türkler arasında yayılmıştır. 10. ve 11. asırdaki Arap ve Süryani tarihleri, Bozkurt’un, Türklerin önünde bir yol gösterici olduğunu yazarlar. Köktürk ve Uygurların atası olan Bozkurt (Kökböri), Oğuz Kağan Destanında da bir kılavuz olarak görünür. Nihayet Cengiz Han’dan sonra İlhanlılar çağındaki tarihçiler tarafından tespit edilen Ergenekon destanı da eski Çin kaynaklarındaki Köktürklere ait Bozkurt destanının yeni bir varyantıdır. 17. yüzyılda Ebu’l Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türk adlı eserinde Ergenekon destanının Moğollara mal etmekle beraber Moğol hanlarının Oğuz Han soyundan olduğunu ifade eder. Oğuz Han soyundan İl Han’ın oğlu Kıyan’ın torunlarından Börteçene, Moğolları Ergenekon’dan çıkarır. Bilindiği gibi Börteçene de Bozkurt demektir.
Görüldüğü üzere İslâmiyet öncesi Türk destanına ait parçalar bütün Türkleri ilgilendirmekte, hepsinin ortak destan köklerini oluşturmaktadır. Araştırmalar ilerledikçe, İslâmiyet’ten sonra çeşitli Türk boylarında görülen farklı destanların daha başka vaka, tip ve motiflerinin de İslâmiyet öncesi Türk destan parçalarında bulunacağı şüphesizdir.
Comments