Türk Mitolojisinin Başlıca Özellikleri
Türk Mitolojisinin Ortaya Çıkışında Etken Olan Kavramlara Genel Bakış:
Türklerin Yaşadığı Çevre: Genel olarak “Türklerin yaşadığı anayurt Orta Asya”dır denilmekle beraber, Türklerin bu geniş coğrafyanın tam olarak neresinde yerleşik oldukları tartışma konusudur. Bunun sebebi Türklerin daha ilk zamanlarından itibaren geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunmaları ve kül- türlerini çok uzaklara kadar götürmeleri olsa gerektir. Son linguistik araştırmalar ise, bu sahanın Altay-Ural Dağları arasında alınması, hatta Hazar Denizi’nin kuzey doğu bozkırlarının aslî Türk yurdundan sayılması ihtimalini kuvvetlendirmiştir.
Türkler, Orta Asya’nın kuzey doğu bölgesinde bulunan Baykal Gölü’ne dökülen Orhun ve Selenga Irmakları boylarında ortaya çıkmış, ancak atı bir ulaşım aracı olarak kullanmayı başardıklarından, bütün Orta Asya’ya yayılmışlar ve egemen olmuşlardır. Bu sebeple, yontma taş çağına kadar uzanan eski devirlere ait, Türk kültürü izlerine Orta Asya’nın bir çok yerinde aynı anda rastlanmaktadır.
Türkler coğrafî konumları itibariyle yüzyıllarca Çinlilerle komşu olarak yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu nedenle Türk mitolojisinde Çinlilerle bağlantılı pek çok destan ve efsânelere rastlamak mümkündür. Türk Tarihi’nin birinci elden kaynaklarının da Çin yıllıkları olması bu komşuluğun ortaya çıkardığı bir sonuçtur.
Türklerin Dini: Türkler tarihleri boyunca pek çok dinin mensubu olarak varlık göstermişlerdir. Maniheizm (Uygurlar), Budizm (Uygurlar), Gök Tanrı Dini (Gök-Türkler), Musevîlik (Hazarlar), Hristiyanlık (Volga Bulgarları, Uzlar, Peçenekler, Gagauzlar) ve İslâmiyet (Karahanlılar, Selçuklular, Osmalılar, v.s.) gibi.
“Eski Türklerin dini nedir?” sorusunun cevabı ise bütün bu çeşitliliğe rağmen “Şamanizm” olarak verilegelmiştir. Türklerin dininin Şamanizm olduğunun ifade edilmesi, büyük ölçüde, Şamanizmin tam olarak bilinmemesinden de kaynaklanmaktadır. Türklerin dini Gök Tanrı dini olup, tek tanrılı bir dindir.
Türk İnanç Dairesinde Ortaya Çıkan Kavramlar:
Şamanizm: Şamanizm, ““Şaman” ya da “kam” adı verilendin adamları aracılığıyla uygulanmaya çalışılan bir inanışlar bütünüdür. Bu kavramın kaynağı Tunguzcadaki “şaman” ifadesidir.
Şamanizm, Orta Asya’da görülen en önemli din olaylarından biridir ancak hiçbir şekilde din değildir. İngiliz sosyolojisi şamanı tanımlamak için “hekim-insan” tabirini kullanmıştır.
Şamanlık inancı üzerinde en fazla ve derinlemesine araştırmaları yapmış olan Mircae Eliade, bütün Orta ve Kuzey Asya topluluklarında, dinî-sihrî hayatın daha çok Şaman etrafında merkezîleştiğini belirtir. Fakat “Şaman”, dinî faaliyetlerin hepsinde icracı vaziyette değildir. Birçok törenlere, meselâ tanrıya kurbanlar sunuluşuna şamanların katılmadığı belirtilir. Ayrıca, sihrî-dinî hayat şamanlıktan ibaret olmadığından her sihirbazın da şaman sayılamayacağını iddia eden Eliade, şamanlıkta hastalara şifa vericilik esas unsurlardan olmakla beraber, her şifa dağıtanın da şaman olamayacağını ortaya koyar ve şamanlığı kısaca “extase” (yüksek haz heyecanı ile insanın kendinden geçmesi) tekniği diye ifade eder. Ancak, çeşitli extase hallerin hepsi şamanik değildir. Şaman her şeyden önce bir “transe” ustasıdır. Bu transe ustasının ruhu güya bedeninden ayrılarak, hastalanan ruhlara şifa verir. Ölülerin ruhlarının verdikleri zararları önler, tanrılarla insanlar arasında aracılık yapar.
Görülüyor ki, dinden çok bir sihir karakteri ortaya koyan ve bir Bozkır-Türk inanç sistemi olmayan şamanlığın, tarihi Türk topluluklarındaki inançlarla hiç bir ilgisi yoktur. Bu ilginin var olabileceği düşüncesini uyandıran, Türkçe din adamı anlamındaki “kam” ile “şaman” kelimesinin aynı olduğu yolundaki eski bir iddiadır. Fakat şaman kelimesinin Hint-İran dilinde de keşfedilmesi sonucunda geçerliliğini kaybetmiş bulunmaktadır. Türklerin dini şamanlık değildir, Tek Tanrı'dır.
Ancak, Türk inancıyla şamanlık arasında hayret edilecek kadar benzerliklerin bulunması, Türk inancında “şamanik” vasıflar bulunduğunu düşündürmüştür. Din tarihçilerine göre; eksiksiz her dinde daima bu gibi tesirler, birleşmeler, yenilenmeler görülmektedir.
Gök-Tanrı: Göktürklere ait “Göktürk Kitâbeleri”nden de anladığımız gibi Türklerin tanrısı, Gök Tanrı’dır. Bu isim çeşitli eski Türk lehçelerinde tengri, tengere, tangara, tangrı, ture şeklinde de ifade edilmiştir. Altay kamları tengereye dua ederken “yüksekte bulunan büyük atamız han tengere...”, “yaratıkları yaradan tengere...”, “yıldızlarla dünyayı süsleyen tengere…” diye hitap ederlerdi. Yakutların eski masal ve destanlarında tangara kelimesi gök (sema) ve gök ruhu (tanrı) anlamını ifade etmekte olduğu anlaşılmakta ise de bugün bütün
ruhlara, hatta ruhları ve ölüleri temsil eden putlara da “tangara” denmektedir.
İslâm dinini kabul eden Türkler “gök” kelimesini “sema” tengri kelimesini de “Allah” kavramına uyarlamışlardır. Tanrı kelimesi yerine Oğuz Türklerinin “çelep” yahut “çalap” kelimesinin de Nasturî hristiyanlardan etkilenme sonucu dile girdiği tahmin edilmektedir. Türklere göre “gök”, tengri gibi her insanın her baktığında görebildiğidir. O halde tengri “gök” gibi bir şey olmalıdır. Nitekim İbn Fadlan Seyâhatnâmesinde Türklerin zorda kaldıklarında başlarını göğe kaldırıp “bir tanrı dediklerini ifade etmektedir.
Eski Türklerde bir ve büyük Tanrı hakkında açık bir inanç ve anlayışın var olup olmadığını bilmiyoruz. Herhalde büyük imparatorlukların kurulduğu devirlerde imparatorluğa dahil olmuş bütün uluslar için Gök-Tanrı kültü ortak ve genel bir kült olarak kabul edilmiş, Gök-Tanrı da tanrıların en büyüğü sayılmış olsa gerektir. Orta Asya’da devlet kurmuş sülâlelerin hepsinde Gök-Tanrı kültünün bulunduğunu Çin kaynakları de tespit etmiştir.
8. yüzyıllarda büyük Gök-Türk İmparatorluğu’nun başında bulunan Türk sülâlesinin Gök-Tanrı hakkındaki inanç ve anlayışları bir hayli gelişmiş ve olgunlaşmış olduğu bıraktıkları yazıtlardan anlaşılmaktadır. Bu yazıtlarda hakan ve beyleri, Türk milletine yaptıkları iyilik ve yardımları için, tanrıya içten gelen minnet ve şükran duygularını ifade ediyorlar. Hakanları tahta çıkaran, zaferleri kazandıran, felâketlerden koruyan Türk Tanrısı Gök-Tanrı’dır.
Ülgen: Altay ve Yenisey çevrelerinde kullanılmaktadır. Kayrakan (büyük han) veya Tengere Kayra Han olarak da anılmaktadır. Güney Altay şamanistleri Ülgen’e “kuday” derler. Bazı kamlara göre ise, “Kayrakan” en büyük tanrıdır ve ülgen, kızagan ve mergen bu tanrının oğullarıdır.
A. Anohin’e göre Ülgen iyilik eden bir varlıktır. Ay ve güneşin ötesinde, yıldızların üstünde yaşar. Onun huzuruna giden yolda yedi, bazı rivayetlere göre dokuz engel vardır. Ülgen'in huzuruna giden bu yol ancak erkek şamanlara, ayin yaptıkları zaman açıktır. Bununla birlikte erkek şaman bile ancak beşinci engel olan demir kazık (altın kazık=kutup yıldızı) yıldızına kadar ulaşabilir ve oradan geri döner. Ülgenin sarayı ve altından tahtı vardır. Kendisi insan şeklindedir. Şaman dualarında “ ak ayaz”, “ayazkan”, “şimşekçi”, “yıldırımcı”, “yaratıcı” (yayuçı) olarak da vasıflandırılır.
Ülgen yaradıcı (halik)dır. Bütün varlığı yaradan odur.
Aylü kündü yaan yer (Aylı ve güneşli büyük makamı)
Ay künüm yayagan (Ayımı ve güneşimi yaradan)
Adam Ülgen bıçığan... [(onlara) şekil veren atam Ülgen]
Ateşi yaradan, insanlara ocaklarını tutuşturup veren, sacayaklarını ocaklara yerleştiren odur (ülgen).
Üç otıngdı küydürüp bergen
Üç ocagıngdı kadap bergeri
Atam Ülgen...
Verbitsky’nin derlediği Altay yartılış Destanı’nda da “Ülgen” tanrı olarak karşımıza çıkar:
“Dünya bir deniz idi, ne gök vardı ne de bir yer,
Uçsuz, bucaksız, sonsuz, sular içreydi her yer,
Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak,
Uçuyor, arıyordu, katı bir yer, bir bucak.”
Ülgen, göğün 7, 9 ya da 16. katında oturmaktadır. Ülgen’e ulaşmak için bazı engellerin aşılması gerekir. Bu engelleri ancak şaman aşabilir. Ülgen’e ulaşmayı engelleyen engellerden biri de demir kazık denilen kutup yıldızıdır.
Ülgen’in “Karakuş, Karşıt, Buura-Kan (Pura Kan), Burça Kan, Yaşıl Kan, Er Kanım, Baktı Kan” adında yedi oğlu, Ak Kızlar ve Kıyanlar diye adlandırılan dokuz kızı vardır. Ülgen’in kızları aynı zamanda esin perileridir. Ülgen’in kızlarını temsilen yapılan tözler, Şaman’ın manyak adı verilen elbisesinin beline iliştirilmektedir.
Umay: Altaylı kavimlere göre Umay çocukları ve hayvan yavrularını koruyan dişi tanrıdır (tanrıça).
Umay ismini Tonyukuk yazıtında şu ifadelerle görüyoruz. “Geri dönelim. Ere (?) nefsini saklamak yektir dedi. Ben (ise) böyle derim! Ben Bilge Tonyukuk Altun ormanını aşarak geldik, İrtiş Irmağı’nı, geçerek geldik. (buraya) gelenler (=düşmanlar) cesur dedi (=demişler); (bizim geldiğimizi ise) duymadılar. Tanrı, Umay kutsal yer, sular (bizim için onlara) gaflet verdi. Neye kaçarız.(Onlar) çok diye niye korkarız. Az[ız] diye niye basılalım. Taarruz edelim dedim. Taarruz ettik, perişan ettik. Ertesi günü çok geldiler…
Kültigin Yazıtı’nın doğu tarafının 30-31. Satırlarında ise “babam hakan öldüğü vakit küçük kardeşim Kültigin yedi yaşında kalmıştı. Umay’a benzeyen annem hatunun taliine küçük kardeşim Kültigin er adını aldı. On altı yaşında amcam hakanın ülkesini, türesini böylece kazandı…”
Umay’ı tanrıça veya dişi ruh olarak da ifade edebiliriz. Umay daha çok kadın ve çocukları koruyan tanrıça olarak bilinmektedir. Çocuk uykusunda gülüyorsa rüyasında Umay’ı gördüğüne, ağlıyorsa Umay’ın gittiğine yorulur. Umay çocuğu uzun süreli yalnız bırakırsa çocuğun hasta olduğuna inanılır. Bu durumla karşılaşıldığında kam/şaman çağrılır ve törenle Umay’ın çocuğu sahiplenmesi sağlanırdı. Divân-ı Lûgat-it Türk’te de “Umayka tabınsa oğul bolur” (Umay’a tapıldığında erkek çocuk olur) demektedir. Umay Kaşgarlı’ya göre aynı zamanda kadının doğumundan sonra çıkan “son”dur(18). Yakut kadınları da bugün “son”a saygı gösterirler ve toplu halde giderek “son”u bir yere gömerler ve çevresini tütsülerler.
Umay, bazı efsanelerde “Humay Kuşu” olarak da tarif edilmiştir. “Humay kuşu maruf bir kuştur. Kuzgun büyüklüğünde olup, kanat uçları kara, başı yeşil olur. Yaşadığı yer havadadır. Yumurtasını havda yumurtlar ve yavrusunu da havada çıkarır. Hümay bazen yer yüzüne kırk arşın kadar yaklaşır ve geri döner. İşte o zaman bu kuşun gölgesi kimin üzerine cihanda padişah ya da çok zengin olur.”
Suyla: Suyla adı verilen ruh, insanları korur ve yerde bulunur. Gözleri otuz günlük mesafeden görür, at gözlerine benzer. Ay ve güneşin kırıntılarından yaratılmış “suyla”nın görevi insanların hayatında ortaya çıkabilecek değişiklikleri haber vermek ve insanları göz altında bulundurmaktır. Âyin esnasında şaman göklere yahut yer altına giderken “suyla” şamanın yolunu kesen kötü ruhlara müdahale ederek onları kovar, “Yayık” ile birlikte kurbanın canını göklere götürür. Âyin esnasında “suyla” şerefine saçı olarak “rakı” kullanırlar. Karlık adı verilen ruh “suyla”nın en yakın arkadaşıdır.
Comments