Üslubun Başlıca Unsurları
Üslup bir bütündür. Ama bu bütünü oluşturan pek çok parçanın bulunduğu da bir gerçektir. Nasıl kültür dediğimiz bütünü oluşturan parçalar varsa, Üslubu oluşturan parçalar da vardır. Üslubu oluşturan bu önemli parçalara üslubun özellikleri veya unsurları denir. Bu unsurları Recaizade Mahmut Ekrem, altı başlık altında toplamaktadır. Seyit Kemal Karaalioğlu ise, bazı üslup unsurlarını birleştirerek dörde ayırıyor. Burada Mahmut Ekrem’e bağlı kalarak üslup unsurlarını özetlemeye çalışalım.
Üslup altı önemli unsurdan oluşmaktadır:
1. Dil bilgisine uygunluk (Fesahat)
2. Açıklık (Vuzuh)
3. Doğallık (Tabiiyyet)
4. Duruluk (Münkahiyyet)
5. Akıcılık (Aheng-i selaset)
6. Uyumluluk (Muvafakat)
1. Dil bilgisine uygunluk (fesahat): Ekrem, “üslup, fesahat, sağlıklı anlatımdan ve sözlerin uygunluğundan oluşur.” diyor. Fesahat kavramı içinde, alt başlıklar şeklinde yer verdiği hususlar, bugünkü kuşağın anlayacağı bir dille özetlenirse; yazar fesahat için, yazıda dil ve imla kurallarına uygunluğu, yabancı dil kurallarına Türkçe anlatımda yer vermemeyi, sözler arasında karışıklık ve kopukluk oluşturmamayı, söz sanatlarına düşkünlük sonucu, sözü anlaşılmaz hale getirmemeyi, tamlamaları uzun kurmamayı, sözcük tekrarından kaçınmayı, çirkin ve kötü sözlere yer vermemeyi, İstanbul lehçesini esas almayı, sözcüklerin diğer lehçelerdeki ya da değişik yörelerdeki söylenişlerine itibar etmemeyi gerekli görüyor.
Bu kısa özetten anlaşılacağı gibi fesahat, açıklıktan farklıdır. Çünkü dil bilgisi kurallarına uygun yazılmış bir yazı açık olamayacağı gibi dil ve imla yanlışları bulunan bir yazı da açık ve anlaşılır olabilir. Daha net söylersek fesahat, yazıda dil kurallarına uygunluktur.
Örnek:
Son Yüzyılda Roman
“Roman, yüz yıldan beri o derece gelişmiştir ki, edebi türlerin hiçbirinde görülmeyen bu zengin ve çeşitli gelişme onu sınıflandırmaya, sonra da, her biri kişisel yeni bir zevkin ürünü olan bugünün romanlarını, o sınıflardan birine mal etmek elde değildir.
Birinci Dünya Savaşı’na kadar oldukça elverişli bir sınıflandırma yapılabiliyordu. Hele büyük mesleklerle iddialı savların etkisi altında kaleme alınan romanları, belli kategorilere ayırmak çok kolaydı. Taşıdığı niteliğe göre, ona romantik, ya da romanesk, realist ya da natüralist, idealist ya da psikolojik adı takmakta zahmet çekilmiyordu.
Şimdi öyle mi? Gerçi gene her romanda birer üstün nitelik bulmak mümkündür. Fakat bu nitelik, çeşitli özellikler arasında o kadar sıkışıp kalmıştır ki, bu üstünlük üzerine her zaman tartışılabilir.
Dahası var, Eskidiği için bırakılan ve yenisi sürümde olduğu için bırakılıp unutulan meslekler, yeni birer kılığa bürünerek tekrar sahneye çıkıyor. İlk görüşte onu birdenbire tanıyamıyoruz; fakat dikkat edince anlıyoruz ki o, hiç de bizim yabancımız değildir. Eski tanıdık, şimdi değişik adlar altında gene karşımıza çıkmıştır. Aradaki fark, zamanla daha da gelişmiş olmasıdır.
Zevkler sürekli olarak değişiyor. Sanat yapıtları, bu değişikliği izleyerek biçimden biçime giriyor. Oysa sanatta değişen, ancak ruh ve sentezdir. Ögeler hep aynı ögelerdir. Yeni, eskinin hal değiştirmesinden başka bir şey değildir. Kimi kez aradığımız ve ona döndüğümüz de oluyor. Kuşkusuz, başka bir özlemle. Bu dönüş, aynı görünüşü seyretmekten yorulan ruhun, belki de kaynaklara inmek için duyduğu ihtiyaçtır ve ruhun ögelere karşı beslediği özleyiştir.
Yaşamı keyfe göre değiştirip güzelleştirerek tatlı bir masal halinde hikâye eden, kahramanları kötü ve çirkin tipler arasında bir daha ülküleştirerek, yeğleme özgürlüğü bırakmadan bize kabul ettiren acıma, sevme, kızma ve tiksinme duygularımızı avlayarak, yarattığı heyecanlı sahnelerle bizi şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüren romantik ve romanesk romanın modası geçeli yüz yıl oldu. Oysa modern romanlar arasında, bizi bugün de olağanüstü görünüşlere sürükleyen canlı ve anlamlı romanesk romanlar az mıdır?
Agâh Sırrı Levent
2. Açıklık (Vuzuh) : Anlamda mutlak açıklık, netlik, kesin anlaşılırlık demektir. Sözün ve yazının, dikkatsiz dinleyici ve okuyucunun bile hemen anlayacağı derecede olmasıdır. Bu durum, sözcüklerin yerli yerinde kullanımı, anlatılmak istenen duygu ve fikirlerin tam karşılığı olan sözcüklerle sağlanır. Daha doğrusu yazıda açıklık, fikirlerde olgunluk, sağlamlık, doğruluk gibi niteliklerle gerçeklenir. İnsan açık yazmak istiyorsa önce düşüncelerinde açıklığa ulaşmalıdır.
Örnek 1:
Yeni Türk Şiiri
“Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Sıtkı Tarancı gibi, şekillerine ve ritimlerine alışık olduğumuz, şiirleriyle gözlerimizden perdeyi düşürerek içimizi varlığın esrarı ile dolduran şairlerimizin yanı başında, şeklini arayan, yolunu açmaya çalışan şairlerimiz de var; işte yeni şiirle bu sonuncu şairlerin verdiklerini, ‘olmuş’u değil ‘oluş’u gösteren şiirleri kastediyorum.
Çoğu okuyucunun yadırgadığı bu yeni şiirin ne dereceye kadar başarı gösterdiğini anlamak için, onun her şeyden önce ne istediğini anlamak gerekir. Burada, yeni kelimesini, bir değer hükmü olarak değil, sadece yeni bir çabayı ifade eden bir kelime olarak kullanıyorum.
Yeni şiir ne istiyor? Hemen söyleyelim: Eskiyi yıkmak. Her yeni sanat hareketi eskiyi yıkmakla başlar. Yeni şiir sıkıcı ve bunaltıcı bulduğu eski şiire sert bir tepkidir; eski şiir vezinsiz, kafiyesiz, musikisiz, şairanesiz şiir olamayacağına inanırdı. Eski şiir neyi saymış, neye güvenmişse, yeni şiir onu alaya almıştır. İlk iş, şekli mafsallarından ayırmak, vezin ve kafiyeyi atmak, musikiyi susturmak şairane sayılan düşüncelere el koymak oldu.
Kendilerinden konuşulsun diye taklit yoluna saparak acayip şiirler yazan bazı şairler bulunmakla beraber yeni tarzda yazan birçok şairlerimizin garabet olsun, kendilerinden konuşulsun diye garip şiirler yazdıkları söylenemez. Vezinli, kafiyeli, musiki şiirleri yazamadıkları için de bu yolu tuttukları ileri sürülemez. Onların alışık olduğumuz tarzda yazmış oldukları çok güzel şiirleri vardır.
Hücuma ilk hedef olarak, vezinle kafiyeyi görüyoruz. Vezinsiz ve kafiyesiz şiir olmaz mı? Elbette olur! Elbette şiiri şiir eden ne vezin ne de kafiyedir. Fakat ne vezin ne de kafiyeden ibaret olmayan şiir, vezinsizlik ve kafiyesizlikten de ibaret değildir. Vezinsiz ve kafiyesiz çok güzel şiirler olduğu gibi vezinli ve kafiyeli olan çok güzel şiirler de vardır. Ama şiir; veznin ve kafiyenin aldatıcı ahengine kapılarak kuru bir nazma düşebilirmiş? Vezinsiz ve kafiyesiz yazmakla da düpedüz nesre düşmek yok mu?
Suut Kemal Yetkin
Örnek 2:
Dilek
Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi
Bu bahar gününde dertliyi, ümitsizi.
Terfi etmiş memur, sınıf geçmiş öğrenci.
Kadını erkeği, yaşlısı genci
Bir bayram sevinciyle kol kola sokaklarda,
Subaşlarında, ağaç altlarında, parklarda
Sevgililer, baş başa; muratlarına ermiş.
Çocuklar e! ele, bir halka olu vermiş.
Görmek isterdim camlardan, odalarda oturmuş,
Radyoyu açmış; küçük sofrayı kurmuş.
Yol, meydan, dere tepe, dağ bayır; kır...
Vapurlar limanlarda yola çıkmaya hazır,
Gazinolar plajlar, sinemalar açık,
Her dilde şiir şarkı, her dudakta bir ıslık.
Ne yoksul ahı, ne dul hıçkırığı, ne hasta iniltisi,
Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi...
Ziya Osman Saba
3. Doğallık (Tabiiyyet) : Duygu ve fikirleri, yapma süslerden uzak, serbestçe anlatmaktır. Yazıda sadelik, anlatımda gösterişsizliktir. Konuşmak ve yazmak istediğimizde düşünce ve duygularımızı özentiye kapılmadan içimizden geldiği gibi anlatmaktır. Doğallık anlatımda samimiliktir.
Doğal anlatımın en iyi örneklerini deneme türünden eserlerde görüyoruz. Şiirde böyle bir anlatıma eski karşılığı ile “sehl-i mümteni” denir. Bu tip şiirlerde şair içinden geldiği gibi son derece güzel, etkili ve rahat şiirler söyler. Ama böyle şiirlerin bir benzerini ortaya koymak son derece güçtür. Örnek 1:
Birçoklarına göre eserin beğeniyle hiçbir ilgisi yoktur. Eserin amacı kendindedir. Ve beğeni bize, eserin değeri üstüne hiçbir şey öğretmez. Çünkü o, zamana, çevreye ve birtakım dış koşullara bağlıdır; oysa dahi, bir dönem, bir çevre için değil, bütün dönemler ve bütün çevreler için yaratır. 0, toplumun gizli eğilimlerini, bir peygamber gibi, sezdiği ve dile getirdiği için, zorunlu olarak zamanına aykırı gelir. Diderot’ya göre: ‘Dahi, çevresindekilerin değil, gelecek kuşakların malıdır.’ İşte bu yüzden şaheserlerin beğenilmesi bir yankı gibi her zaman geç kalır. Beğeni bir moda gibi gelir geçer; şaheser ise her zaman için yenidir.
Eseri beğeniden ayıran bu tez en ateşli taraflılarını romantiklerde bulmuştur. Aramızda hala yaşayaduran beğeni düşmanlığı romantizmin bir yaftası sayılabilir. Romantiklere göre beğeni, hiçbir görünüşü olmadığı gibi, sanatı küçülten bir olaydır: Kendini beğendiren eser, başkaları için yazılmış bir eserdir. Bundan ötürü, beğenilmemek daha çok hayra alamettir. Nitekim kendilerini dahi sanan bazı sanatçılar, ıslık seslerinde ölmezliğin müjdesini duyarlar. Onlara göre beğenilmek, sanattan ekmek parası çıkarmak kadar ayıp bir şeydir.
İkinci teze göre, eserin değeri ile beğeni arasında tam bir uyumluluk vardır: Değer, beğeni ile ölçülür. Bu düşünce doğrudan doğruya nesnel sanat akımlarına bağlıdır. Klasikler beğeniyi en doğru eleştiri sayıyorlardı. Molliere’e göre “boşa gitmek” sanatın ilk ülküsü idi. Romantizmin körlettiği bu gelenek pozitivizmin getirdiği toplumsal sanat kurumlarıyla yeniden yaşamaya başlamıştır. Sanat toplumun ürünü (Taine) ve devrimin aynası olduğuna göre, beğenilmek sanatçı için bir zorunluluktur.
Sabahattin Eyüboğlu, “Edebiyat Üzerine Denemeler’den
Örnek 2:
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı;
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık;
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım;
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım:
Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı’mı el almış harem diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında;
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında!
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı,
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı.”
Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları’ndan
4. Duruluk (Münkahiyyet) : Anlatımda gereksiz unsurlara yer vermemektir. Bir metinde. Gereksiz hiçbir sözcük bulunmamasına, amacın eksiksiz anlatılmasına duruluk denir. Anlatımda az sözcük kullanılmalı, anlatım gereksiz sözcüklerden ayıklanmalıdır. Metinde çapraşık cümleler kullanmaktan kaçınmalı, duygu ve fikir en kısa yoldan, en açık bicimde anlatılmalıdır.
Anlatımda söz gereğinden fazla uzatılmamalı, yazı bitirildikten sonra dikkatle okunmalı, yersiz kullanılmış sözcükler metinden çıkarılmalı, sözcük israfından kaçınılmalıdır. Atasözlerimizin, özdeyişlerin her biri, duru anlatımın en iyi örneğidir.
“Yalnız seni sevenleri sevmek, muhabbet değil, mübadeledir.”
Cenap Sahabettin
5. Akıcılık (Aheng-i Selaset) : Yazı içinde sözcüklerin kulağa hoş gelecek şekilde uyumlu düzenlenmesidir. Bir yazıda, sözcüklerin hiçbir engele çarpmadan akıp gitme özelliğine, metnin hiçbir ses pürüzü olmadan söylenir olma haline “akıcılık” denir.
Akıcılık özellikle şiir türü için çok önemlidir. Çünkü şiirin müzik değerinin yüksekliği, şiirin değerliliği ile paralel düşünülür. Şiir bir bakıma sözcükleri, sesleri açısından ölçülü, tartılı söylemektir. Şiirde müzik anlamı güçlendiren, hatta çeşitlendiren, hayali zenginleştiren bir unsurdur. Şiire bestesiz şarkı gözüyle bakılır. Şiir yazarken dikkat edilen en önemli husus, sözcükler sıralanırken sağlanacak uyumdur. Şiirin ruhumuzda koparacağı fırtına kulağımızda başlar.
Şiir kadar olmasa da sözcükler arasındaki uyum düz yazı için de geçerlidir. Düz yazıda konuya uygun bir ses yaratmak akıcılıkla sağlanır. Divan edebiyatında, özellikle sanatlı nesirde buna çok dikkat edilir. Düzyazıda akıcılık daha çok “seci” denilen iç kafiyelerle sağlanmış, zamanla bazı cümlelerin aruz kalıplarına uygunluğuna, uzunluklarının denk olmasına çalışılmıştır. ‘Bugün edebiyatımızda böyle bir anlayış sürdürülmemekle beraber, nesirde ses güzelliklerini sağlamak için bazı yazarlar, iç kafiyeye yer vermektedirler. Dini metinlerde; dua ve hutbelerde secili anlatım bugün de görülmektedir. Şiir ve düz yazıda hem akıcılığın sağlanması, hem de bu konuda ölçüyü kaçırmamak için şu hususlara dikkat edilmelidir: a. Yazıda, sesçe uyumlu sözcükler kullanılmalı, b. Metin özenerek yazılmalı, bunun için açık anlamlı kolay söylenen sözcükler seçilmeli, c. Aynı sözcükler sık sık tekrar edilmemeli, d. Aynı edat ve fiilleri, monotonluk yaratacağı için çok kullanmamalı, e. Ölçü kaçırılmadan, doğallık bozulmadan iç kafiyelerden faydalanılmalı, f. Nesnelerin sesleri, -su, rüzgar- doğal ölçüleri içinde, yerine göre tekrar edilmeli, g. Aliterasyonlardan ve asonanslardan faydalanılmalıdır. Örnekler: Tazarru’name “Alemi Hakk’m bir yinesi bilmek gerek ve ol yinede anı muayene görmek gerek. Cihan bağını anın nemisinden bir nefha bilmek gerek ve on sekiz bin alemi anın vücüdundan bir şemme bilmek gerek. Oyle olıcak dünya kişiye hoşdâr olur; ucdan uca gül ü gülzar olur. Her deminde büd-ı sabü can kohısun alır. Her nefeste nesim-i seher canan kohısun alır. Keman gördüğünce kaşların sanır, inci gördüğünce dişlerin sanır. Amber gördükçe zülf-i müşk-bûsın anar, ar’ar gördükçe kadd-i dil cûsun anar. Gül gördükçe güler yüzün fikreder, şeker tattıkça tatlı sözün zikreder. Sinan Paşa 6. Uyumluluk (Muvafakat) : Anlatımı duygu ve fikirlerle uygun duruma sokmak, konuya uygun bir anlatım yolu tutmaktır. Bazı konular özentiden uzak, sade, herkesin anlayacağı bir üslupla, bazı konular sanatlı, belli bir kültür düzeyine ulaşmış insanların anlayacağı bir üslupla, bazı konularsa coşturucu, yüce duygu ve fikirleri kalplerde, kafalarda perçinleyecek bir üslupla anlatır. İşte böyle bir anlatım yolu izlemeye uyumluluk denir. Öğretme amaçlı konuşma ve yazılarda süssüz, gösterişsiz, sade bir üslup kullanılır. Duyguyu konu alan konuşma ve yazılarda, özellikle şiirde, yerine göre sanatlı, heyecanlandırıcı, hattı müphem veya gizemli bir anlatıma baş vurulur. Kutsal sayacağımız ideallerimizi oluşturan, vatan, millet, kahramanlık ve bazı dini konularda ise daha yüce bir anlatım kullanılır. Recaizde Mahmut Ekrem, bu özelliklerden hareketle üslubu, “sade-müzeyyen-âli” olmak üzere üçe ayırıyor. Üslubu; “halk üslubu, narin üslup, öğretici üslup, tarihi üslup, trajik üslup, edebi üslup, hitabet üslubu, alaycı üslup, lirik üslup, destansı, üslup, komik üslüp” biçiminde gruplandıranlar da vardır. Bir yüce üslup örneği: Bayrak Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, Işık ışık dalga dalga bayrağım, Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım. Sana benim gözümle bakmayanın Mezarını kazacağım. Seni selamlamadan uçan kuşun Yuvasını bozacağım. Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder... Gölgende bana da, bana da yer ver! Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar: Yurda ay yıldızın ışığı yeter. Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızıllığında ısındık; Dağlardan çöllere düşündüğü gün Gölgene sığandık. Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı; Barışın güvercini, savaşın kartalı... Yüksek yerlerde açan çiçeğim; Senin altında doğdum, Senin dibinde öleceğim. Arif Nihat Asya Sanatlı üslup örneği: Nihal yanılmıyordu: Beşir hasta idi. Onu gittikçe incelten, sanki seneler geçtikçe bir netice-i ma’küse ile küçülten bir şey vardı ki, bu rakik, zarif, minimini Habeşi, mafsalları kopmuş zannolunan sarkık kollarıyla, şimdi merdivenleri sürte sürte çıkan gevşek bacaklarıyla, bütün vücudunun, güya omuzlarında mütemadi bir yükün kahr-ı taabı eziyormuşçasına, derin bir çöküklüğüyle, kırılmış bir oyuncağa benzetiyordu. Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu’dan’ Sade üslup örneği: “Psikolojinin konusu canlı varlıkların duyuş, düşünüş ve davranışlarıdır. Psikolojinin amacı da duyuş, düşünüş ve davranışların bağlı bulunduğu kanunları bulmaktır, Bu bilim kurulalı beri psikolojinin konusunu bütün psikologların onaylayabileceği bir biçimde tanımlama zor olmuştur. En çok tanınmış ilk psikologlardan biri olan William James psikolojiyi, “ruhsal yaşamı inceleyen bir bilim” olarak tanımlamıştır. Aslında psikoloji, “psyche ruh-” ve “logos -bilgi-” olmak üzere iki sözcükten meydana gelmiş olup, “ruh bilgisi” anlamına gelmektedir. Ancak “ruh” sözcüğünün tabiatüstü bir varlık anlamında kullanılması bakımından birçok psikologlar “ruh bilgisi” teriminin, bugünkü psikolojinin konusunu iyi anlatmadığı kanısındadırlar. Modern bir birim olarak kurulduğundan bu yana psikolojinin konusu, çeşitli devirlerde çeşitli psikologlar tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bunlardan en çok rastlanan birkaç tanım aşağıya alınmıştır. Psikoloji zihinde geçen bilinç olaylarının incelenmesidir. Psikoloji, insan ve hayvanların davranışlarının bilimsel olarak incelenmesidir. Psikoloji, kişiler arası ilişkileri inceleyen bir bilim dalıdır, Psikoloji insan ve çevresi arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalıdır." Feriha Baymur
Comments